Aladağlar ilk çıkış zorluk üst sınırı artıyor, alt sınır değişmiyor

Geçen yazıda (link) Aladağlar ilk tırmanışlarındaki miktarın, 90ların ilk yarısında bir dönüşüm geçirerek arttığını, altın çağın 80’lerin ikinci yarısından başlayarak on yıllık bir dönemi kapsadığını çıkartmış; Aladağlardaki dağcılığın ekseninin yine bu yıllarda, TDF’den üniversite dağcılığına kaydığını ifade etmiştim. Bu yazıda amaçlanan, Aladağlardaki ilk çıkış zorluk derecelerinde yıllara bağlı anlamlı bir artış olup olmadığını görmektir.

Aladağlarda gerçekleştirilen ilk çıkışların, rota zorluklarının yıllara göre dağılımını gösterir grafik. (A) İlk çıkış zorluklarının iki çubuk çizişi (box and whisker). (B) Rota zorluklarının medyan değerlerinin yıllara göre dağılımı ve doğrusal trendi.

Aladağlarda gerçekleştirilen ilk çıkışların, rota zorluklarının yıllara göre dağılımını gösterir grafik. (A) İlk çıkış zorluklarının iki çubuk çizişi (box and whisker). (B) Rota zorluklarının medyan değerlerinin yıllara göre dağılımı ve doğrusal trendi. Mavi ile gösterilen iki çizgi sembolü geçen yazıda karşımıza çıkan dağcılık faaliyetlerinin arttığı 1993 yılını göstermektedir.

Bunu görebilmek için Tunç Fındık’ın yeni kitabından (link) derlediğim veritabanında listelenen rota zorluklarını kullandım. Türkiye’de dağcılık rotaları için UIAA kaya tırmanışı zorluk ölçeği, varsa kar-buz eğimi ve miks/buz tırmanış zorluklarından oluşan karma bir ifade kullanılır. Ancak tırmanışın genel zorluğu, ne denli mukavemet gerektirdiği (uzunluğu, kaç gün süreceği vs.)’yi dikkate aldığımız bir pratik çok yerleşmiş değildir. Dolayısıyla, bu analizde, salt kaya tırmanış zorluğuna göre bir değerlendirme yapmak durumunda kaldım.

Ancak bu analiz de bir takım kısıtlar içeriyor. Bir dağ rotasının, ip emniyeti gerektirmesinden bağımsız, farklı zorluklar içerdiği muhakkaktır. Ya her ip boyu/pasaj için bir zorluk tanımlayıp, ağırlıklı ortalama hesaplamak gerekecektir, ya da genel zorluklara göre bir inceleme yapmak. Soruna basit yaklaşmak için ikinci seçeneği uyguladım. Bu yaklaşımın dezavantajı, kendi başına çok zor olmayan ve hiç kolay olmayan tırmanışları bir araya gruplamış olmak anlamına gelir. Yani, hala Aladağlarda III derece zorlukta tırmanışların ilk çıkış olabildiği sinyalini, medyana kurban etmek gibi bir indirgemeye neden olabilir. O yüzen, her tırmanışı ayrı bir doğru parçası olarak çizdirmek gerekebilir. Fakat, bu sefer, görselleştirme esnasında, münferit tırmanışları ayırt etmek zorlaşacaktır. Çünkü asgari zorluğu kesişen tırmanışlar üst üste binip görsel ayırdı engelleyecektir. Ben Tunç’un kitabını açıp bakmanızı ve hala tırmanacak bir sürü yeni rota ve ilk tekrar ihtimalini göreceğinizi ifade ederek, tırmanışları toplulaştırmaya devam edeceğim. Tekrar uyarıyorum, bu yaklaşım eleştiriye çok açıktır. Bir başlangıç olması niyetiyle, hızlı ve kirli bir iş yapıyor, daha hassas çalışmak isteyecek arkadaşlara memnuniyetle destek olabileceğimi belirtmek isterim. Örneğin tüm tırmanışların, ip boyu/pasaj uzunluğu mesafeleriyle ağırlıklandırılmış zorlukları üzerinden bir analiz yapmak mümkün olabilir. Şimdi sonuçlara geçiyorum.

Rehber kitapta rotalar için ortalama zorluk ile varsa maksimum zorluk belirtilmiştir. Ben de her yıl yapılan tırmanışların ortalama ve maksimum zorluklarını sıralayarak bunun üzerinden bir dağılım hesapladım. UIAA roma rakamları ve +/- soneklerini kullandığı için temel istatistik biraz zahmetli olacaktı. İşlerimi hızlandırması için, zorlukları sadece rakamlardan oluşan Ewbank sistemine çevirdim (link). İstatistikleri tamamlayınca ise UIAA sistemine geri dönüşürdüm. Böylece her yılın ilk tırmanışlarının azami, asgari ve ortanca (medya) zorlukları ortaya çıktı. Azami ve asgari zorluk dereceleri, Şekil A’da gözüken kutulardan çıkan iki çizginin bitim noktalarıdır. Ortanca zorluk ise, kutuların içindeki yatay çizgidir. Her bir kutunun medyanın üzerinde ve altında kalan kısımları üst ve alt dörtlü olarak adlandırılır. Bunlar, o yıl yapılan tırmanışlarda zorluğun azami mi yoksa asgariye mi daha yakın olduğunu gösterir. Şekilde gördüğünüz daire sembolleri ise aykırı değerlerdir (outlier). Yani dağılım istatistiğine uymayan değerler. Mesela 30 tırmanışın neredeyse tamamı, III – VII aralığında gerçekleşmiş, ancak bir tanesi var ki, ortalama zorluğu VIII+, azami ise X-. İşte o istatistiğe aykırı düşen bir tırmanış olarak daire ile temsil edilmiştir. Şekil B’de ise, sadece medyan değerleri çekip yıllara bağlı anlamlı bir eğilim olup olmadığı gösterdim. Normalde bu değer, Şekil A’da var, ancak kalabalık içerisinde bir trendi algılamayı zorlaştırabiliyor.

Şekil A, 1970 yılına kadar azami zorluğun IV+ civarında seyrettiğini gösteriyor (turuncu kesikli çizgi ve bunun azıcık üzeri.) Bu trendi bozan iki yıl var, ilki 1955 Spreitser – Köllensperger ile XXX Ottobre Trieste ekspedisyonlarının neden olduğu yüksek zorluktaki rotalar ve 1967 Leeds Üniversitesi ekspedisyonu (Tüzel, 1993). Diğer taraftan, medyan zorluk belirgin bir artış eğilimi gösteriyor (Şekil B). 1970 ve 80lerde asgari zorluğun, bir derece arttığını, medyan değerin IV-‘ye geldiğini azami zorluğun ise VI+ civarına çıktığını görüyoruz. 1990lardan itibaren önce VI+ derece pasajlar içeren rotalar hemen her yıl tırmanılmış, azami zorluklar ise VIII derecelere varmış. 2000lerin ortasından itibaren, üst dörtlü ile azami zorluk arasındaki çizginin uzadığını görüyoruz. Bu, alpin spor rotalarının, dağcılık rotalarına kıyasla çok daha zor olmasının bir sonucu. 2000lere gelindiğinde medyan zorluk IV+’ya varıyor. Medyan içinde aykırı değerler ise VI+ dereceleri buluyor. Alt dörtlü ise IV dereceye varmış vaziyette. Bu yorumun başlıca sonucu ise şudur; Aladağlarda bundan sonraki yıllarda yapılacak ilk çıkışlar yoğunluklu olarak geneli IV, IV+, azami zorluğu VI+ zorluklarla baş etmeyi gerektiren teknik yetkinlikler gerektirebilir.

Genel sonuç ise, dağcıların geçen yıllarda artan kaya tırmanış teknik kapasiteleri ortaya koyduğunu ve çıtayı yükselttiğini göstermektedir. Tırmanışlarımızın Alp ülkeleriyle karşılaştırılması ise maalesef, hem tırmanılan rota sayısı hem de zorlukları bakımından geriden geldiğimizi gösterecektir.

Advertisement

Vahşi doğa, dağcılık ve estetik algısı

“Büyük şeyler olur,
İnsan dağlarla buluştuğunda”
– William Blake

Tenha yerlerde geziniyor benimle birlikte bir hayalet ve çılgınca sarsıyor benliğimi. Yüzlerce, binlerce, hatta belki de milyonlarca yılın ağırlığını, dehşetini, komedyasını, kabalığını, yalanını ve çılgınlığını ve belki de en çok tutkusunu taşıyor. Egemenliğini sürüyor üzerimde; tüm uzviyetimde ve parçalıyor beni… O hayalet ki, var olduğu tüm dönemlerin ruhlarını toplayarak genişlerken, duygunun düşünceyle bağını kopartıyor, neredeyse Byron’un Childe Harold’s Pilgrimage’de söylediği gibi “Yaşamıyorum kendi içimde, lakin / Parçası olurum çevremdekilerin ve benim için / Yüksek dağlar bir duygudur, oysa / kentlerin uğultusu bir işkence”… Güçlü duygusal uyarılar estetik deneyimin merkezi haline geliyor. Yabanıl doğanın korkunçluğu, canlılığı, güzelliği, yüceliği, ona karşı duyulan merakla birleşince, bu yüzleşmenin doğurduğu tahayyül, hayranlık, dehşet ve huşu, dağlardan daha görkemli başka nerede hayat bulabilir ki!

Grotesk - Bu dünyaya ait olmayan bir manzara. Ay yüzeyi gibi hatta.  Yukarı Kavron vadisinin oluşmasına sebep olan buzulun kollarından biri de bu çanakta gelişip akmaya başlamıştı. Şimdi bu buzulun kalıntısı tamamen kayalar ile örtülmüş vaziyette ve hala alttaki buz tabakasının ve yerçekiminin etkisiyle hareketine ve yatay buzul çatlaklarını andıran bir desen sergilemeye devam ediyor. Bu tür oluşumlara kaya buzulu adı veriliyor. Kaya buzulunun ortasındaki kaya bloğu ise tipik bir hörgüç kaya örneği.

Grotesk – Bu dünyaya ait olmayan bir manzara. Ay yüzeyi gibi hatta.
Yukarı Kavron vadisinin oluşmasına sebep olan buzulun kollarından biri de bu çanakta gelişip akmaya başlamıştı. Şimdi bu buzulun kalıntısı tamamen kayalar ile örtülmüş vaziyette ve hala alttaki buz tabakasının ve yerçekiminin etkisiyle hareketine ve yatay buzul çatlaklarını andıran bir desen sergilemeye devam ediyor. Bu tür oluşumlara kaya buzulu adı veriliyor. Kaya buzulunun ortasındaki kaya bloğu ise tipik bir hörgüç kaya örneği.

Fakat yukarıda anlattığım vecd hâli, yani muazzam doğa karşısında ruhumuzu terfi ettiren hisler evrensel değiller ve ancak iki yüzyıl öncesinin icadıdır. Dağlar, Aydınlanma Çağına kadar geçen yüzyıllar boyunca, özellikle Avrupa kültüründe, tanrının eseri dünyanın müthiş simetrisini, güzelliğini bozan, topografyada bitmiş habis birer ur, bir siğil, çıban ya da sivilce olarak görüldüler. Uğursuzdu dağlar; kötü ruhların ve canavarların gezindiğine inanılırdı derin vadilerinde. Yazının devamı için tıklayın

ilgi? Böyle giderse…

Dün dağlarda dolaştım, evde yoktum“, evet doğru, ve çok da yalnızdım. Aladağlarda, bayram vakti, bu kadar az insan olduğuna inanmakta zorlandım. Dağlar gitgide yalnızlaşıyor gibi geliyordu yıllardır. Ama bu sefer bir farklıydı. Belki eş zamanlı diğer kısa kaya ya da kaya tırmanışı organizasyonu da buna sebep olmuş olabilirdi. Elbette, ama yine de…

2004 Ocak ayından bu yana dağcılık kelimesinin google'da aranma istatistiğini gösterir grafik. Bütün değerler grafikteki en büyük değer 100 olacak şekilde  normalize edilmiştir, gerçek arama hacmini ifade etmez. En sağdaki kesili çizgi, gelecek projeksiyonunu ifade ediyor.

2004 Ocak ayından bu yana dağcılık kelimesinin google’da aranma istatistiğini gösterir grafik. Bütün değerler grafikteki en büyük değer 100 olacak şekilde normalize edilmiştir, gerçek arama hacmini ifade etmez. En sağdaki kesili çizgi, gelecek projeksiyonunu ifade ediyor.

Geçen gün bir vesileyle google trends, yani google arama motorunun arama kelimelerinin aranma istatistiklerini gösteren uygulaması gündeme gelince hızlıca “dağcılık” kelimesi inceleyeyim istedim. Yukarıda gördüğünüz grafik yaklaşık olarak on yıl içerisinde dağcılık kelimesinin google ile ne sıklıkta arandığını gösteriyor. Yazının devamı için tıklayın

National Geographic Türkiye arşivindeki dağ ve dağcılık yazıları

National Geographic Türkiye dergisinin geçtiğimiz üç ay boyunca verdiği 2001 – 2012 yılları arasındaki tüm sayılarını içeren arşiv DVDlerini karıştırmak ne zamandır aklımdaydı, lakin bir türlü vakit bulamamıştım. Dün gece uykumun da olmamasından doğan zamanda biraz eski dergileri karıştırdım. Epey eğlenceliydi. Bir de dergileri içinde arama yapmak da mümkün olunca ben de “Dağcı”,”Dağcılık” ve “Tırmanış” kelimelerini aratıp ilgili yazıları sıraladım. Sonuçta hepimizin faydalanabileceği bir okuma listesi çıktı ortaya. Bu yazılardan bazıları ben de zaten var, ama olmayanları da Kadıköy’deki sahaflardan toplayabileceğim bir liste oluşturmuş oldum. İşte liste:
Yazının devamı için tıklayın

Dağ Filmleri Festivali (kısım IV)

Festivalin dördüncü günü olan Cumartesi çok merak ettiğim üç film vardı gösterimde: “Özgür Kurtlar”, “K2: Himalayaların Sireni” ve “Shackleton’un kaptanı”. Ortalama 80 dk süren filmlerden sonra canımın çıkacağını tahmin ediyordum. Ancak Fransız Kültür’ün Taksim’de olay çıkması istihbaratını almasıyla binayı kapatmaya karar vermesi üzerine 19’daki “Shackleton’un kaptanı” filmi Salı gününe (dün) ertelenmiş oldu. İyi de olmuş, çünkü bu yapımların her biri dikkat isteyen yapımlar.
Yazının devamı için tıklayın

Kişisel dağcılık blogları

Aşağıda rastladıkça büyütmüş olduğum bir liste göreceksiniz. Bunlar dağcılık konulu Türkçe kişisel bloglar. Daha evvel böyle bir listeye rastlamadım. En azından benim yazdığım gibi bir başlık altında. Genelde bir web sayfasının karman çorman linkleri arasında kişisel ağ günceleri de olurdu ama, işte, kim uğraşacak da… İsterseniz her biri hakkında birkaç cümle tanıtıcı bir şey yazayım. Harf sırasıyla gidiyorum:
Yazının devamı için tıklayın

Demirkazık (3,758 m)

Georg Künne, Wilhelm Martin ve eşi Marianne 10 Temmuz 1927 sabahında Aya Sofya’ya son bir kez baktıktan sonra Anadolu yakasına, Haydarpaşa garına gelirler. On yedi parça bagajları trene istiflendikten sonra bozkıra doğru yolculukları başlar. Yolun ilk bölümü Almanların 1890larda yaptığı İstanbul – Konya arası Anadolu Demiryolu, ikinci kısmı ise Konya’dan Bağdat’a kadar sürmesi planlanan, ancak Toroslarda çıkan problemler ve araya giren bir cihan harbi yüzünden gecikmiş, bednam Bagdatbahn‘dan sürecektir. Önce İzmit körfezi boyunca “sub-tropik” meyve bahçeleri boyunca yol alırlar. Fakat sıcaklık gitgide artar. Bilecik’e geldiklerinde vagonun içindeki sıcaklık tahammül edilmez bir hale gelmiştir; kırkbir ve yarım derece ölçer Künne. Dumlupınar yakınlarında beş sene önceki meydan muharebesinin izlerini görürler, yamacın altlarında harab olmuş raylar ve lokomotifler…

Yazının devamı ve fotoğraf galerisi için devam edin

Alexander Mitchell Kellas: yüksek irtifa dağcılığının öncülerinden biri, belki de ilki…

Bazen bir şey aklınıza takılıverir: bilinçaltınıza çok cazip gelmiş olduğundandır her halde, kim bilir? Ve merak edersiniz ama tekrar denk gelemezsiniz ona; ya da başa dönüp hatırlayacak kadar vaktiniz yoktur. Yarı-unutulmuşluk içinde zihnin soğuk hava depolarına kaldırılır, durur öyle askıda tekrar çağırılana dek. Bir cümle, bir kelime ya da sıfat, kimi zaman bir isim veya fotoğraf… Ne bileyim Gurla mandhata mesela; mesela Alec Kellas.

Evet Kellas. Geçen yüzyılın ilk çeyreğinden kalma ve Himalayaların etnik gruplarına ait birkaç fotoğrafın altındaki imzası sayesinde aklımın bir yerine kaydolmuştu bu isim. Bahsettiğim fotoğraflara Kraliyet Coğrafya Cemiyetinin büyük formatlı “Everest: Summit of Achievement” kitabında rastlamış ve çok etkilenmiştim. Kitapta Kellas’a özellikle ağırlık verdiklerini de hissediyordum bir yandan. Sonra dilimden düşürmediğim “Fallen Giants” çıktı. Ben farkında olmadan kafamın bir köşesine yerleşmeye başlamıştı artık bu adam. Bahsettiğim iki kaynağa da tekrar dönüp Kellas’ı tekrar okumak istiyordum ama sıradaki başka şeylere yoğunlaşmak zorunda olduğumdan yapamadım bunu. Ne ise ne. Nihayetinde Hollanda’dan dönmeden önce son bir amazon siparişi verelim dedik. Alışveriş sepetine iki tane kitabı koyarken buldum kendimi! Biri Shipton ve Tilman’ın meşhur “Nanda Devi“si, diğeri ise 2011 yılında basılan ve bu yazıda azıcık tanıtmaya çalışacağım “Prelude to Everest” kitabı. Gerişini de göreyim

Paul Preuss

Bugün Paul Preuss’un ölümünün 99. yılı. Preuss döneminin tartışmasız en eksiksiz dağcısı, modern dağcılık etiği anlayışının hem teorik hem de pratik bakımdan öncüsüdür. Preuss çok uzun zamandır ilgimi çekiyordu; Tabii doğa bilimleri alanında bir meslektaşım olmasının da etkisi var. Intermission yazımda söz verdiğim gibi Preuss’un yazdıklarından ve hakkında okuduklarımdan faydalanarak bir inceleme yazısı yazdım. Yazıya gün itibarıyla tirmanis.org‘dan ulasabilirsiniz. Her yazı eksiktir bu yüzden umuyorum yazıyı okur iseniz geri bildirimde de bulunursunuz ve böylece tartışarak daha kapsamlı bir sentez oluşturabiliriz.

Aladağlar’da bir kış faaliyeti

2004 yılı, 1 Şubat, Aladağlar- Bir gün öncesinde Parmakkaya güney rotasını denerken hem parmaklarımızı hem de moralimizi haşat etmiştik. Kampa dönmüş ve umutsuzca yeni bir rota seçmeye calışıyorduk ki, sonunda Kızılkaya’ya güneybatı sırtından çıkmaya karar verdik. Bu faaliyet benim en eğlendiğim faaliyetlerden biridir. O zaman babam kendine yeni bir fotoğraf makinası almıştı ben de gizli gizli onu denemek için planlar yapıyordum. ITUDAK internet sayfasında tozlanmış bu raporu fotoğraflarıyla birlikte buraya taşımak istiyorum. Bu faaliyet çok eğlenceli hale getiren tırmanış arkadaşlarıma buradan sevgiler…

Öyle bir dert ki, girişmeye ne hacet: Gidiyoruz haydi dersiniz alışveriş listesi bitmez; istediğiniz güne bilet almak için çabalarsınız olmaz; hazırlanırsınız toparlanırsınız arkada birşey bıraktım mı paranoyası… ah bir de hava kahpelik etmese! Sonunda atarsınız adımınızı iç Anadolu’ya doğru yol alan bir garip vasıtaya, bir bakmışsınız önünüzde yol uzanıp gidiyor- gidiyor da, bir de ördek gibi toplanan ve kürek mahkumu misali orta koridora istiflenmiş amcalar olmasa…

Kizilkaya (3771 m). Fotoğrafta dağın güneybatı sırtı ve güney yüzü görülüyor. Son yıllara kadar Aladağlar'ın en yüksek zirvesi Demirkazık (3756 m) olarak bilinirdi. Ancak bölgede 2008 yılında yapılan ufak çaplı bir küresel konumlandırma kampanyası ile Kızılkaya'nın yuksekliği 3771 m olarak belirlendi. Harita Genel Komutanlığı bu ölçümü tescil etmiş. Artık en yüksek Kızılkaya. E, o da Demirkazık kadar yakışıklı.

Sabah beş sularında solunuzda Hasan’ın muhteşem görüntüsü ve Çamardı minibüsüne bindikten kırk dakika sonra silueti seçilen Erciyes. Sonunda Martı Deresi yol sapağı ve önünüzde yükselen yalçın kayalar. Beklentiler had safhada eğer bir de hava açıksa. Aniden bir korku belirir içimde, sirruslar* görünür mü acaba?… ve kaç kere eli boş döndüğümü hatırlarım dağlardan kış vakti. “Şehirde başlayıp şehirde biter”: ama arada, bir kaç gün yaşamak orada, omuzlarına aldığı yük altında boynu bükük, aklı hala başka yerlerde… başlı başına bir iştirak burada anlatılan. Sirk kaçkını gibi bir surat, yamulmuş, yürüyüş yolunda olmayan birşeyleri anlatıyor sanki. Bitmiyor işte, hep bir sonrakinin arayışı. “Demirkazıktan ne güzel gözüküyor şu Kızılkaya! Acaba Kızılkaya’dan nasıl gözüküyordur Demirkazık ?”, “Çok güzelmiş de bence Kaldı daha bir dik başlı duruyor… hangi taraftan acaba bu sefer?” Zirvelere doğrultulan parmaklar ve bulutların örttüğü vadiler dünyasından omzunu kaldırmış sırtlar… Sadece bir görüntü insana neler yaptırıyor.
Buyrun devamı burada