Dağlar, dünyanın iç enerjisinin bir tezahürü olan tektonik kuvvetlerce oluşur/yükselir ve yükseldikçe törpülenir, yok olur. Daha önce yine dağdelisinde yazdığım şu yazımda erozyon kuvvetlerinin büyüklüğüne ilişkin basit bir hesap yapmıştım. Şimdiki yazının konusu dağların yüksekliğini konu alıyor; dağların yüksekliği yukarıda bahsettiğim iki rakip kuvvetin arasındaki anlık denge haline tekabul etmektedir. Bu yüksekliklerin ölçümü jeodezi biliminin bir alt başlığını oluşturur. Antik çağlardan itibaren dağların yüksekliği ölçülmeye çalışılmış (link) ve günümüzde de ölçülmeye devam ediliyor. Mesela, Everest’in yüksekliği halen bir tartışma konusu (proje).
Bu yazıyı yazmamın amacı aslında çok yerel bir olaydan kaynaklanıyor: Bundan yaklaşık beş yıl önce, Aladağların en yüksek noktası Demirkazık iken yeni bir takım ölçümler sonucunda bu ünvanı Kızılkaya’ya devretti. Hala bu yeni ölçümlerin sonuçları yaygın olarak kullanılmıyor. Örneğin bu ayki (Şubat 2013) Atlas dergisi Aladağlar kapak konulu foto-makalesinde en yüksek zirve olarak Demirkazık adını anmaya devam ediyor. Belki de haşmetinden, belki isminden ya da alışkanlıklardandır kim bilir? Ancak bu bahsi açmadan evvel kısaca bir takım temel tanımları açıklamaya çalışıp, dağların yüksekliklerinin nasıl ölçüldüğüne değineceğim. Eğer tarihsel ve teknik detaylarla ilgilenmiyorsanız yazının son alt başlığına sıçrayarak doğrudan Demirkazık – Kızılkaya hikayesini okuyabilirsiniz*.
Nil nehrinin taşması ve geometri:
Herodot diyor ki: “Sesostris (II. Ramses, MÖ. 1300’ler) toprakları tüm Mısırlılara, bu sermayeden yıllık vergi toplayacağı eşit dikdörtgen parseller şeklinde dağıttı. Nehir taşkınları arsanın bir kısmını önüne katıp götürdüğünde arsanın sahibi yok olan kısım kadar vergi tenzilatı için başvurur, arazi ölçümcüleri de arazideki küçülmenin miktarını belgelendirirlerdi. ‘Şahsi fikrimce bu geometrinin kökenidir, ki [bu bilgi] daha sonra buradan Yunanistan’a geçmiştir’. Aynı hikaye biraz daha abartılarak İskenderiyeli Heron, Diodorus Siculus, ve [Amasyalı] Strabo tarafından da yinelenmiştir [1]”
“Hem Aristoteles, hem de Proclus tarafından nakledilen Geminus’un bir pasajından öğrendiğimiz kadarıyla, Aristoteles zamanına gelindiğinde jeodezi, ya da ölçü bilimi, geometriden ayrılarak sadece arazi ölçümlerine bağımlı kalmayıp, yüzey ve hacimlerin pratik biçimde ölçülmesini de kapsayan kendi başına bir konu halini almıştır [2]. ” Çağdaş jeodezinin kurucusu Helmert’e göre jeodezi “ ölçüm ve dünya yüzeyinin haritalanması bilimidir . Çağdaş tanımlama ise dünyanın dış yerçekimi alanını ile okyanus sathını da içerecek şekilde genişletilmiş, böylece jeodezi dünyanın ve gravite alanının zamana bağlı değişimini de inceleyen bir yerbilimi haline gelmiştir [3]. Jeodezistler ayrıca kabuk hareketleri, gelgitler, ve kutup hareketleri gibi jeodinamik olayları da inceler. Bu maksatla, uzay ve yer tekniklerini kullanarak küresel ve ulusal kontrol ağlarını tasarlar [4].

Foto 1. Aladağlar topoğrafyasının havadan görünümü. Bu helikopterden çekilmiş fotoğrafın yukarı kısmında ufuk çizgisine doğru solda önce Kızılkaya hemen sağında ise Demirkazık dağı görülüyor. En sağda ise Erciyes’in siluetini seçmek mümkün. Kaynak: Nedim Urcan kişisel arşivi.
Devamını görmek için buraya tıklayın