John Ruskin’in çalışmaları, mekanların güzelliğine nasıl sahip oluruz sorusu etrafında dönmekteydi. Alain de Botton’dan alıntılarsam 1:
“1) Güzellik, aklı psikolojik ve görsel olarak etkileyen karmaşık birçok faktörün sonucudur; 2) İnsanın doğuştan gelen güzel olandan etkilenme ve ona sahip olma arzusu eğilimi vardır; 3) Bu sahip olma arzusunun alçak seviyeli birçok ifadesi vardır, ki hatıra ve kilim satın alma, ismini sütunlara kazıma ve fotoğraf çekmek bunlar arasında sayılabilir; 4) Güzelliğe sahip olmanın düzgün tek bir yolu vardır ve bu güzelliği anlamak yoluyla, güzeli ortaya çıkartan faktörlerin bilincine varmak yoluyla olabilir; 5) Bu şuurlu kavrayışın ardına düşmenin en etkin yolu ise güzel yerleri sanat yoluyla tasvir etmek, yazarak ya da çizerek mümkün olabilir, bunu yapma yeteneğimiz olmasından bağımsız olarak.”
Kasıtlı olarak, keyif için sırf ve tepeden dolaşmayı seçen bir dağ sever, her yanını dolduran bu hissi ve ruhsal faktörlerin yarattığı iyi olma haline ve güzelliğe, içine dolup taşan dağ havasına, tüylerini diken azametine sahip olma isteği ne kadar da tanıdık gelir kulağa değil mi? Bir kristal ya da fosil, birkaç çiçek, adını kazıdığı bir kaya parçası ve binlerce ve binlerce dijital fotoğraf… bir mülkiyet meselesi. Botton devam ediyor:
“Buradaydım, şunu gördüm ve benim için önemliydi. (…)Fakat güzel firaridir, çoğunlukla bir daha asla geri dönemeyeceğimiz yerlerde bulunur veya mevsim, ışık ve havanın tesadüfi bir kavuşumu ile oluşur.”
Ruskin, 19. yüzyılın ilk yarısından çıkan bir hayalet misali bizi parmakla göstermiyor mu sizce de? En azından benim peşimden dolaştığını hissedebiliyorum. Çünkü yeterince sorgulamıyorum, “neden bu manzarayı güzel buluyorum?” sorusunu yanıtlamaya cesaret edemiyorum. Hızla hareket eden dünyaya döndüğüm zaman ve gözlerimi kapattığımda o mekanı çizemiyorum & yazamıyorum çünkü. Ve fotoğraf ne kadar büyük bir tembellik değil mi? Bir kere (eskiden olsa… şimdi dijital depolama kapasitelerinin devasalığı ile bir kare için onlarca kez) deklanşöre bastıktan sonra kim bilir kaç defa görüntülüyorum, hayranlık hissini tekrar tadabilmek için. Çok az. Çünkü o artık elektronik bir tablonun hücrelerinde, sıralı üçlülerin betimlediği bir mülk artık.
Güzellik bir kelebek gibi, kısa ömrü ve benzersiz korkak benliğiyle arkanı döndüğünde kaçıverecek. Zaten Brown hareketi sergiler hali, kim bilir nasıl bir rastlantı sonucu kendi ile buluşturuyor gözlemcisini. Dağcılık insanın kendisini tanımanın kapılarını açıyor. Neden dağlara gittiğimiz ve neden oraları güzel bulduğumuz soruları üzerinde daha çok düşünmek ve birbirimize bunları ifade etmek dileklerimle.
- Alain de Botton, 2002. The Art of Travel. Penguin Books, 261pp. ↩
Bu kitabı en sevdiğim arkadaşıma askerde okusun diye vermiştim, kaybetti hıyar yada başka bir devre arkadaşına mı verdi, işte böyle rastgele bir sayfa açıp okunacak kadar güzel… bir şekilde okumamış olan varsa aramızda keşfetsin mutlaka, kitabın reklamını da Seyyah dergisinde görmüştüm ilk defa, sene 2003, dergi fiyatı o zaman 3.500.000 TL