Yine de bütün deneyim seyahat edilmemiş dünyaya doğru
Parlayan bir kemerden ibarettir,
Ben hareket ettiğim zaman, sınırları her zaman ve her zaman solan.Ulysses, Alfred Lord Tennyson (çeviri: Vehbi Taşar)
Yapmayı çok sevdiğim şeylerden birisi dağcılıkla ilgili çıkan akademik makaleleri araştırmak ve okumaktır. “Dağcılıkla ilgili bilimsel akademik çalışma olur muymuş?” demeyin, o kadar çok ki! Tarihinden sosyolojisine, davranış psikolojisinden modernizm araştırmalarına, kültür çalışmalarına ve felsefeye çok çeşitli araştırmaların yapıldığı bir alan dağcılık. Bir kere varlığı ve kurumsallaşması bile tamamen modernizmin ortaya çıkması ve paradigmasının yerleşmesine paralel. Dolayısıyla insanlık tarihinin önemli bir köşe taşına ait ve ona özgül bir iştirak olması münasebetiyle kontrollü sayılabilecek bir alan.
İş yoğunluğun nedeniyle bulduğum makaleleri maalesef arşivlediğim hızla okuyamıyorum. Ama muhakkak makale özetlerini tarıyorum. Bazı çalışmalar gerçekten çok özgün olabiliyor, bazıları ise boktan. Ama olsun, bilim ve öğrenmek böyle birşey… biriken veri, uzun tartışma ve mantık süreçleri ile işlendikten sonra bilgiye dönüşüyor; bunun sonucunda, dağcılık özelinde konuşacak olursak, kendimi tanımam için bana daha fazla yardım sağlıyor. Yine üzülerek söylüyorum ki bu gibi çalışmalar ekseriyetle yurt dışında yapılıyor. O yüzden hem araştırma hem de bulguları değerlendirme konusunda en az bir yabancı batı dili bilmekte fayda var; çünkü dağcılık Batı’nın kültürel ve coğrafi etki alanında doğduğu ve kültüre derinlemesine nüfuz ettiği için, Alp ülkelerinde araştırılan ve günümüzün akademik dili olan İngilizce ile ifade edilen bir yayın ve yayım alanına sahip. Bugün biraz dağcılık etiğinden bahsetmek istiyorum ve elime dört ay önce geçip, bir türlü tüm kaynakçasıyla hakim olamadığım ama temel mesajını anladığımı düşündüğüm, Jon F. Gordon’un “Yöntem ve Amaçlar: Dağcılık Söyleminin Gizemlileştirilmesi” başlığını taşıyan makalesinden bahsetmek istiyorum 1.
Bloğu takip edenlerin çoğunun belki fark ettiği gibi, dağcılıkta en yüksek etik şiar, “saflık”tır2. Bu eski tartışmalarda “stil/biçim bakımından saflığı” olarak da yer alır (ör. 20. yy başında Preuss’un ortaya koyduğu etik tartışması3 ). Dağcılık etiğini anlayabilmek için tarihe hızlıca bir göz atmamız ve çevre koşulları ile doğal malzemenin insan tarafından nasıl algılandığını ele almamız lazım. Ama buna çok vaktimiz olamayacak. Fakat özetlemek gerekirse, dağcılığın 1854 – 1865 arasında Alplerin tüm önemli zirvelerinin “ilk çıkışlar” ile “fethedildiği” Altın Çağından sonra, daha az bilinen zirveler için ilk çıkış mücadelesi süregelmiş; ardından Alplerin daraldığı düşünülen dağcılık potansiyeli, alpinistleri dünyanın çeşitli dağ silsilelerine gitmeye mecbur kılmıştı. Eski kıtada kalanlar, özellikle Dolomitlerin tırmanıcıları ve Münich okulu, mücadeleyi daha zorlu rotalara çevirmiş; böylelikle “özgün” ve “zor” kelimeleri dağcılık başarılarını belirleyen değerler haline gelmişti.
Zorluk, rotaların zorluk derecesi ile veya kullanılan teçhizatın rotada asla avantaj sağlamaması gerekliliği prensibine dayanır. Özgünlük ise, haritadaki boşlukların gitgide azaldığı dünyamızda hayal edilmesi zor hatların tırmanılması ve daha evvel konmamış hedeflerin (artan risk ile birlikte) realize edilmesi ile sağlanabilmektedir. Dolayısıyla, zorluk ve özgünlüğü birleştirdiğiniz zaman, dağcılıkta en uç etik önermenin yüksek dağların çok zor teknik rotalarında serbest solo haline gelmiş olduğuna kanaat getirmek güç değil. Nitekim, Preuss, Bachar, Messner, Kukuczka, Huber kardeşler ve Steck’in yaptıkları da bunu aşağı yukarı gerçeklemektedir. Everest’e tırmanmak için süregiden yarışta George Finch, saflık söylemini şu şekilde ele almaktadır 4:
Soğukla mücadele etmek için özel yapılmış giysiler kuşanmamız gerçeği kimseyi gücendirmez; [Everest] dağında neredeyse hayat kurtarıcı konuma sahip termoslarımızın önemini kimse reddetmez; kimse uyarıcı kullanımı veya özel tasarlanmış yiyeceklerimizin, güç ve enerji sağlaması durumuna karşı gelmez; insanın içine işleyen rüzgarların aşırı soğuğuna karşı ve güneşin ultraviyole ışınlarından gözümüzü korumak için kullandığımız gözlükleri istisnai olarak algılamaz; tükenmiş bir dağcıyı canlandıran kafein kullanımı eleştirilmez. Kısaca, eğer bilimsel araştırma, oksijeni tablet halinde kolayca yutabileceğimiz hale getirmiş olsaydı, hiç kimse Everest tepesine tırmanmak için oksijen kullanımına bu denli sert bir ihtilaf getirmezdi, ve kimse oksijen desteğini “yapay, hileli, sportmenlik dışı, ve İngiliz olmayan” şeklinde yaftalamazdı.
Bu İngiliz-olmayan lafı, George Mallory’ye bir yanıttır. Finch, oksijen desteğinin teknolojinin kültürün içselleştirilmesi açısından ele alıyor ve aslında önemli bir toplumsal eleştiri yapmış oluyor bu sözleriyle. Gerçi, oksijen kullanımı için kendine bahane de yaratmaya çalışıyor, o ayrı mesele. Franz Nieberl, Paul Preuss’a verdiği yanıtta şöyle der5:
Tamamen saf biçimde tırmanmak için, sportmence ve yardım almaksızın, [Preuss] aynı zamanda tırmanış ayakkabılarını da reddetmelidir; sahiden, çivili ayakkabıları kullanmayı bile kabul etmemesi gerekir zira çiviler yapay yardımcı olabilir. Yoldan çıkmamış bir sporcu, kayaya adımını attığı andan itibaren çıplak ayak tırmanmalıdır. […] Fakat böylesine “saf, kusursuz” bir sporcu yoktur.
Kısacası insanoğlunun bilişsel gelişiminde devrimsel niteliğe sahip olan alet kullanımı ve yapımı, insanı doğasını geri çevirilmez biçimde değiştirmiş bir olgu olarak dağcılıkta da karşılığını bulmaktadır. Ve doğala öykünme, bir etik tartışma olarak bu alan dahilinde tartışılabilir. Gordon, makalesinde, insan ve teçhizat dualitesinin altını çizmek için cyborg tanımını kullanıyor: “Frohlick’e göre saf [tırmanış] stiline duyulan nostalji, geniş bir yelpazede karşımıza çıkan çok gelişmiş teknik tırmanış aletleri, kamp ekipmanları ve 20.yy’da ortaya çıkan diğer teknolojilerle ters düşüyor” derken, makine ve organizma melezi, yani sibernetik bir organizmaya dönüştüğümüzden bahsediyor6. Gordon, şöyle bir saptamada bulunuyor, dağcılar insan bedeninin doğal kapasitesini artırmak için teknolojiye ihtiyaç duyarlar, fakat bu teknolojinin önemini gizlemek için amacın/motivasyonun saflığına odaklanırlar. Cyborg oldukları ölçüde saflıktan acizdirler; saf olmadıklarını kabul etmekten aciz oldukları için de, kültürün doğaya hakim olduğu bir düzeni sürdürürler. Nasıl, tez cümlesini beğendiniz mi? Ben bayıldım.
Bu en sonda yer alan tez cümlesi, dağcılığın ne ölçüde modernizmin bir yan ürünü olduğunu tartışmamızın kapısını açıyor ve kendi saflık saiklerimizi düşünmek konusunda kışkırtıyor. Aydınlanma felsefesinin en meşhur temsilcisi Kant, “Aydınlanma nedir? sorusuna bir yanıt” makalesinde “aydınlanma, insanoğlunun kendinden kaynaklı gelişmemişliğinden kurtulmasıdır. Gelişmemişlik kişinin kendi kavrayışını başkalarının rehberliği olmadan kullanmasıdır. Bu gelişmemişlik kendinden kaynaklıdır eğer ki sebebi kavrayış eksikliğinden değil, fakat onu kullanmak için bir başkasının rehberliği olmaksızın kararlılık ve cesaret gösterememektense. Bu yüzden aydınlanmanın sloganı: Bilmeye cesaret et! Kendi zekana güvenmek için cesaretin olsun” der7. Çok ilginçtir, Kant, Alpinizmin kurucu olarak addedilebilecek Cenevreli bilim adamı Horace Benedict de Saussure’ün dağlarda bilgiyi aramak üzere gösterdiği cesaretten ötürü, pek şöhretli eleştirilerinin üçüncü kitabı “yargı gücünün eleştirisi”nde onu önemli bir konuma yerleştirmişti8: cesareti ile bin bir tehlikenin kol gezdiği dağları anlamaya ve anlatmaya çalışarak insanlığı aydınlatmaya çalışan Herr de Saussure…9
Kant, güvenli bir yerden bakıldığında kat kat balkon yaparak yükselen yamaçların, yanardağların, okyanusların, ve yüksek şelalelerin doğanın kudretini sergilediğini, ve insanın “kendi içinde farklı tür bir direnç, bir karşı çıkma kapasitesini keşfetmesine izin verdiğini” ifade ediyor10. Estetik duyumsama ölçüsünden aciz olan insan, akli melekeleri sayesinde kendi sonsuzluğunu birim olarak kabul ederek, böylece doğada yer alan her şeyi ufacık kılan, ve böylece kendi aklının doğaya karşı üstünlüğünü gören bir kavramsal çerçeve oluşturuyordu. Aslında, ta Descartes’ın insan ile doğa ayrımını da bu bakış açısıyla değerlendirebiliriz. Günümüzde, ilerlemeci kalkınmayı da aynı şekilde; tabi bu ikincisinde, dünya ve kaynaklarının insanlar için yaratıldığı uhrevi düşüncesini de yadsıyamayız… Özetle, aydınlanma düşüncesi, insan kültürünü doğanın üzerine çıkartarak bir hiyerarşi kurguluyordu (bakalım konuyu dağcılığa bağlayabilecek miyim 🙂 Bazen böyle oluyor vallahi sevgili okur, n’apacağımı şaşırıyorum). Gordon, konuyu şöyle özetliyor (benim yerime) “Kant için, aklı kullanmak koşuluyla, kültürün doğaya rasyonel bir egemenlik kurması, kültürün oluşmasının da temelidir.” Bunun için önce yüceliğin ortaya konduğu bir ön kültüre ihtiyaç vardır, aydınlanma bunun aşılmasıyla mümkün olur.
Bir önceki yazımda, ejderha avcılığı sayesinde dünyanın büyüden nasıl arındığını hatırlayın11. “Aydınlanma, büyünün bozulması, sekülerleşme, rasyonalizasyon, kendini ortaya koyma” sıralamasını izleyen bir modernizm sürecinden bahsediyoruz özetle. Ki Hansen, bunu kendi başına bir mit-oluşturma olarak adlandırıyor12. Gordon’un yukarıda ortaya koyduğum dağcılık söyleminin yeniden inşasındaki ortaya koyduğu çelişkiyi, modernizme işte tam da burada bağlıyor. Dağcılığın ortaya çıkması için yüceliğin nasıl önemli bir yeri varsa, dağcılık söyleminde saflığın ortaya çıkması için de teknolojinin yeri neredeyse aynı. Yani bir ön-kültürel dönemi temsil ediyor. İşte Gordon’un makaledeki özgün saptaması tam da budur. Boardman ve Tasker’in Changabang dağının batı yüzü çıkışlarından ön-kültürü aşma önermesini alıntılarsak: “şehirde çalışmak, yüksek bir dağa tırmanmaktan çok daha fazla dayanıklılık ister. çocukluk hayallerinizdeki umutları ve hevesleri ezen ve batı medeniyetinin çarkında ufak bir dişli olmaya yontan günlük rutine biat etmek çok daha fazla dirayet ister”13.
Gordon, bu radikal kararın gereği olan yüksek dağlara tırmanmak için, Boardman ve Tasker’in şehir kültürünü terk etmeleri gerektiğini, yücelik ile irtibat kuracakları dağlara ulaşmak üzere şehri terk ederken, teknolojik hazırlık yapmaları gerektiğini ve bu teknolojilerle birlikte kendilerini dağlara götürmek için yine insan kültürünün bir parçası olan ulaşım teknolojilerini kullandığından bahsediyor. Yani, arzu ettiği yüzleşmeyi sağlamak için kültürü bir merdiven olarak kullanmak ardından, yukarı çıktığından merdiveni aşağı atmak…14 Boardman, tırmanışlarının ne kadar özgün ve saf olduğunu anlatırken, eski ekspedisyonların ne çok teknolojiye ihtiyaç duyduklarına dikkat çekiyordu: Kuşatma taktiği, kullanılan sikke ve sabit hatların miktarı, kullanılan boltları ve toplam bütçe. Oysa, sadece iki kişi olarak ve Japon ekspedisyonundan çok daha az malzeme ile aynı çıkışı yapabilmişler ve bunu onlarla tam bir zıtlık oluşturacak şekilde telaffuz ediyorlardı. Öte yandan, Boardman ve Tasker’ın döşedikleri sabit hatlar, kurdukları ara kamplar ve bunlar arasında yaptıkları sevkiyatlardan bolca bahsederler. Yani, aslında motivasyonun saflığı, yöntemin saflığını gizlemekteydi. Changabang eski bir örnekse, dilerseniz David Lama’nın birkaç sene önce Cerro Torre’nin serbest çıkışını yapacağım diyerek Red Bull organizasyonu ile gerçekleştirdiği tırmanışa bakabilirsiniz. Orada da amacın saflığı, prodüksiyonun kirliliği ile büyük bir tezat oluşturmaktaydı15.
Günümüzde sınırlar vadedilmiş topraklar değil, ne de adım atılmamış geçitler ve ardındaki gizemli vadiler… Çok fazla yol, bir o kadar da yazılı kaynak var; ancak keşfedilmeyi bekleyen yalnızca dağcının iç dünyası.
diyor Boardman. Bu sayede özgünlük ve motivasyon tercihlerini daha farklı bir düzeye taşıyor. Onu tekrar mistikleştiriyor. Kendi alt-kültürüne hapsediyor. Bu noktada makaleyi bir kenara bırakmak ve meraklı okuyucuyu metnin kendisine başvurmaya davet ederim. Elbette bir çoğumuz serbest tırmanışımızın gerekçesini tanımlarken, modern dağcılığı tanımında olduğu gibi, saiklerimizdeki saflığı öneriyoruz. Elbette, dağcılık saiklerimizin aşırı karmaşık; illa gerekçeli olması gerekmiyor. Sonuçta adamın teki ne demiş, “çünkü o orada”. Veya Shipton’ın sözlerindeki gibi “[…] Nihayetinde, kendi başına tatmin edici bir hayat tarzını [dağlarda kendine yeter biçimde yaşama] deneyimlemek, hiçbir inancın, hiçbir kozmik felaketin bizden mahrum edemeyeceği mülklerimizdir. Hiçbir şey, bir an bile olsa sonsuzlukta gerçekten yaşamış olduğumuz gerçeğini değiştiremez”16. Ama etiği iyi anlamak ve verdiğimiz kararları etik perspektifinde temellendirmek istiyorsak, etiğin kurallar kitabı olmadığını da anlamamız gerekiyor. Etik dediğimiz iyi/doğru uygulama ise eğer, bu zamana ve mekana bağlı kocaman bir tartışmalar bütünüdür. Fakat bir tek prensip üzerinde anlaşacaksak eğer, o da tutarlılık olsun. Eğer saflıksa, hem amaç hem de yöntemlerimiz saf olsun. Eğer değillerse, bunları söyleyebilmeyi becerelim. Sadece dağcılıkta değil, yaşamın tüm alanlarında.
Dipnotlar
- Gordon, J.F., 2006. Means and Motives: The Mystification of Mountaineering Discourse. Postcolonial Text, v.3(2), pp. 1 – 14. ↩
- “purity of style”; purity, hem saflık ve temizlik anlamı taşır aynı zamanda namusluluk anlamına da gelir. Ben, her iki anlamı da barındıran geniş bir saflıktan bahsediyorum. Yani hem yöntemin saflığı hem de saiklerin saflığı. ↩
- Özbakır, A.D., 2012. Preuss’u Nasıl Okumalıyız. tirmanis.org, url: http://tirmanis.org/alpinizm/genel/preussunasilokumaliyiz.html ↩
- Mitchell, I.R. ve Rodway, G., 2011. Prelude to Everest, Luath Press. ↩
- Burks, R., 2012. Sikke tartışmaları derlemesi: Nieberl’in Preuss’a yanıtı. url: http://issuu.com/randisi/docs/mauerhakenstreit_complete_illustrated ↩
- Gordon, J.F., loc. cit., s.2. Gerçi, hem bu “cyborg” tanımı hem de Finch’in yukarıdaki yorumu birleştiğinde, insan kapasitesinin teknoloji ile güçlendirmenin, doğal ve yapayı kolayla ayırt edilebilen bir hal alıyor. Fakat, özellikle yapay zeka tartışmalarında özellikle Searle’ın donanım (hardware) yerine “wetware”, yani biolojik-eklentiyi tartışmaya katarsak, acaba işin içinden nasıl çıkarız merak ediyorum. Çünkü, bu sefer cyberpunk giibi bir distopyada dağcılığa yer bulamıyorum 🙂 [cyberpunk, bir distopya türü olara yükksek teknoloji ve düşük hayat standartını yansıtır ya…] ↩
- Kant, I., 1784. Beantwortung der Frage: Was ist Aufklaerung? Berlinische Monatsschrift. İngilizce tercümesi Nisbet, B., 2009. Penguin Books. ↩
- “Böylece iyi kalpli ve ayrıca duyarlı Savoy köylüsü (Bay Saussure’ün aktardığı) buzla kaplı dağların müritlerine aptal demekte bir sakınca görmezler. Kim bilir bu sözleri sarfeden tamamen haksız mıdır, eğer gözlemci kendini tehlikeye maruz bırakarak, ki birçok seyyah nadiren bunu yapar, yalnızca boş zamanını değerlendirmek üzere, veya bir gün duygulandırma yeteneği ile olanları tasvir edebilmek için kendini tehlikelere atar? Fakat amacı insanlığın aydınlanmasıdır, ve bu mükemmel insan [Saussure] tecrübe ettiği ruhu yükselten anlamı pazarlığın parçası olarak okuyucularıyla paylaşmaktadır”, Yargı Gücünün Eleştirisi, Bölüm 29. ↩
- Ayrıca bkz. Özbakır, A.D., 2014. Vahşi doğa, dağcılık ve estetik algısı. Dağdelisi. url: https://dagdelisi.wordpress.com/2014/12/08/vahsi-doga-dagcilik-ve-estetik-algisi/ ↩
- Hansen, P. H., 2013. The Summits of Modern Man: Mountaineering after the enlightenment. Harvard University Press, x+380pp. Alınt, s. 112 ↩
- Özbakır, A.D., 2015. Ejder Avcıları. Dağdelisi. url: https://dagdelisi.wordpress.com/2015/04/16/ejder-avcilari/ ↩
- Hansen, P. H., op. cit., p. 3. ↩
- Boardman, P. 1976. The Shining Mountain: Two men on Changabang’s West Wall. ↩
- Aynı Wittgenstein’ın, Tractatus’ta metafiziği ortadan kaldırmaya çalışırken, metafiziği bir merdiven olarak kullanması gibi. ↩
- Aslında, tartışmaların tüm yelpazesinde, yapay yardımcılar ve doğallık arasındaki dereceydi kavganın konusu. Yani, Preuss sıfır tolerans gösterirken, Nieberl üç sikke çakayım diyordu; Piaz ise onlarca. Maestri ise yüzlerce… ↩
- Shipton, E.E. ,1943. Upon that mountain. ↩
Pingback: Aladağların dağcılık karnesi | DağDelisi
Pingback: İngilizler çağdaş dağcılığı nasıl yarattılar? | DağDelisi