Vahşi doğa, dağcılık ve estetik algısı

“Büyük şeyler olur,
İnsan dağlarla buluştuğunda”
– William Blake

Tenha yerlerde geziniyor benimle birlikte bir hayalet ve çılgınca sarsıyor benliğimi. Yüzlerce, binlerce, hatta belki de milyonlarca yılın ağırlığını, dehşetini, komedyasını, kabalığını, yalanını ve çılgınlığını ve belki de en çok tutkusunu taşıyor. Egemenliğini sürüyor üzerimde; tüm uzviyetimde ve parçalıyor beni… O hayalet ki, var olduğu tüm dönemlerin ruhlarını toplayarak genişlerken, duygunun düşünceyle bağını kopartıyor, neredeyse Byron’un Childe Harold’s Pilgrimage’de söylediği gibi “Yaşamıyorum kendi içimde, lakin / Parçası olurum çevremdekilerin ve benim için / Yüksek dağlar bir duygudur, oysa / kentlerin uğultusu bir işkence”… Güçlü duygusal uyarılar estetik deneyimin merkezi haline geliyor. Yabanıl doğanın korkunçluğu, canlılığı, güzelliği, yüceliği, ona karşı duyulan merakla birleşince, bu yüzleşmenin doğurduğu tahayyül, hayranlık, dehşet ve huşu, dağlardan daha görkemli başka nerede hayat bulabilir ki!

Grotesk - Bu dünyaya ait olmayan bir manzara. Ay yüzeyi gibi hatta.  Yukarı Kavron vadisinin oluşmasına sebep olan buzulun kollarından biri de bu çanakta gelişip akmaya başlamıştı. Şimdi bu buzulun kalıntısı tamamen kayalar ile örtülmüş vaziyette ve hala alttaki buz tabakasının ve yerçekiminin etkisiyle hareketine ve yatay buzul çatlaklarını andıran bir desen sergilemeye devam ediyor. Bu tür oluşumlara kaya buzulu adı veriliyor. Kaya buzulunun ortasındaki kaya bloğu ise tipik bir hörgüç kaya örneği.

Grotesk – Bu dünyaya ait olmayan bir manzara. Ay yüzeyi gibi hatta.
Yukarı Kavron vadisinin oluşmasına sebep olan buzulun kollarından biri de bu çanakta gelişip akmaya başlamıştı. Şimdi bu buzulun kalıntısı tamamen kayalar ile örtülmüş vaziyette ve hala alttaki buz tabakasının ve yerçekiminin etkisiyle hareketine ve yatay buzul çatlaklarını andıran bir desen sergilemeye devam ediyor. Bu tür oluşumlara kaya buzulu adı veriliyor. Kaya buzulunun ortasındaki kaya bloğu ise tipik bir hörgüç kaya örneği.

Fakat yukarıda anlattığım vecd hâli, yani muazzam doğa karşısında ruhumuzu terfi ettiren hisler evrensel değiller ve ancak iki yüzyıl öncesinin icadıdır. Dağlar, Aydınlanma Çağına kadar geçen yüzyıllar boyunca, özellikle Avrupa kültüründe, tanrının eseri dünyanın müthiş simetrisini, güzelliğini bozan, topografyada bitmiş habis birer ur, bir siğil, çıban ya da sivilce olarak görüldüler. Uğursuzdu dağlar; kötü ruhların ve canavarların gezindiğine inanılırdı derin vadilerinde. Halkın genel tavrında kayıtsızlık ve düşmanlık hâkimdi. Marjorie Hope Nicolson alanında temel başvuru kaynağı haline gelmiş “sonsuzluğun estetiği fikrinin tekâmülünü” inceleyen “Dağ Kasveti ve Dağ Görkemi” kitabında Doğa’da gördüklerimizin, hâkim ideoloji ile nasıl da iç içe olduğunu “on[d]a ne gör[ül]eceğinin öğretilmiş olmasının bir sonucudur – okulda öğrendiği dersler, ibadethanelerde işittiği öğretiler, okuduğu kitaplar. Bilhassa, milattan önce beşinci yüzyıldan beri paradoksu ve muğlâklığı çevresinde toplamış bir kelime olan Doğa’dan ne kastettikleri ile şartlanmıştır insanlar. İnsanın dağlara karşı tepkisi edebiyat ve ilahiyattan miras kalan uzlaşımların etkisi altında kalmıştır, fakat daha da derinlemesine olarak bu [tepki] içinde yaşadığı dünya mefhumu ile güdülenmiştir” sözleriyle dile getiriyor. Klasik dönemde bir nesne düzenli, ölçülü ve tahmin edilebilir olduğu nispette güzeldi. Dağların, bütün bu normların dışında bir yapı sergiliyor, ticaret ve ulaşım bakımından hem sakıncalı hem de engelleyici ve tarıma elverişsiz oluşunu değerlendirdiğimizde, belki de “dağ kasvetine” çok da şaşırmamak gerekir. Dağların ihtişama kavuşabilmesi için önce aydınlanma çağının bilimsel gelişmeleri sayesinde laikleşmesi; ardından simetriyi bozan ve düzensiz gözükenin estetik değer kazanması (birçok unsura ek olarak mimaride Gotik uyanışın da etkisiyle); ve son olarak, endüstri devrimi sonrasındaki toplumsal dinamiklerin ve değiştirilemez kentli kaderinin ağırlığı altında gitgide doğaya daha fazla yabancılaşan bireyin kaçacak yer aramasının, özellikle Rousseau’nun vazettiği ilkel hayatın erdemlerini kentlere tercih etmesi fikrinin ortaya çıkartacağı bir kültürel-etik arka planın oluşması gerekecekti.

Dağcılara yol gösteren bir baba, sanki ilkel bir kabilenin diktiği totem gibi Dipsiz gölün sükuneti üzeride yükseliyor. Gün batımının kırmızıya boyadığı yamaçlar, şüpheye ihtimal bırakmayacak denli kuvvetli bir imge oluşturuyor. Aladağlardan değil de nereden olabilir ki bu mekan Fotoğraf: Batur Kürüz.

Dağcılara yol gösteren bir baba, sanki ilkel bir kabilenin diktiği totem gibi Dipsiz gölün sükuneti üzeride yükseliyor. Gün batımının kırmızıya boyadığı yamaçlar, şüpheye ihtimal bırakmayacak denli kuvvetli bir imge oluşturuyor. Aladağlardan değil de nereden olabilir ki bu mekan Fotoğraf: Batur Kürüz.

Bakir doğaya olan bu ilgi ilk kez şehirlerde ortaya çıktı. Avrupa’da Aydınlanma Çağını başlatan astronomi, fizik, ve jeoloji alanlarında gerçekleşen paradigma değişimleriyle vücut buldu. Dağların da parçası olduğu bu haşmetli ve olağanüstü evrenin ilahi bir kaynağı olduğu fikri yayıldı. Thomas Burnet’in “Dünyanın mukaddes nazariyesi (1684)” ve John Ray’in “Yaradılış eserleri ile tecelli eden tanrının bilgeliği (1691)” gibi, tezleri başlığından menkul kitaplarının ayrıntılı biçimde ele aldığı ilahiyat ve coğrafya savları ile dağların, tanrının suretinin yansıması olmasa bile, onun el işi olabileceği ihtimali tartışılıyordu. Dolayısıyla medeniyetin elinin değmediği diyarların Şeytan’dan ziyade Tanrının hükmüne delalet ettiği hissinden hareketle, bakir manzarada bir güzelliği ve haşmeti algılamak için düşünsel alt yapı oluştu. Mesela 1786 yılına kadar Alpler’in en yüksek noktasının adı Mont Maudit, yani “Lanetli dağ” idi. Aydınlanmanın başarılarından biri, ilk tırmanışın ardından dağa daha dünyevi olan Mont Blanc, yani Beyaz Dağ isminin verilmesi olmuştur.

Estetik anlamda Yücelik kavramı 18. yüzyılda yaygınlık kazanırken, doğadaki güzelliğin yalnızca huzur veren, yararlı ve muntazam şeylerde görüleceği mefhumunu yok etti. Yücelik ölçülerine göre, yabani bölgelerin uyandırdığı korku estetik hazza bir engel değildi. Doğaya karşı duyulan korku ve dehşet, Burke’e göre kökünü ürküntü ve iğrenmeden ziyade iftihar, huşu ve hazdan alıyordu. 1763 yılında Kant “Güzellik ve yücelik hissi üzerine gözlemler” adlı eseri ile iki hissiyat arasındaki farkı öylesine ortaya koymuştu ki doğal dünyanın yabani öğelerini artık estetik açıdan hoş karşılamak nazariyatta da mümkün kılınmış oldu. 18. yüzyılın sonunda İngiliz estetik kuramcısı William Gilpin doğanın haşinliği, düzensizliği ve karmaşasının hoşa giden pitoresk’i tanımlıyor ve medeni olmayan doğayı takdir edebilmeyi açıkça telaffuz ediyordu. Manevi hakikatin en kuvvetli biçimde gayrimeskûn tabiattan belireceği, oysa şehirler ya da kırsal bölgelerde insanın tanrının eserlerini gölgelemesi münasebetiyle bunun mümkün olmayacağı kanısı geniş bir taraftar kitlesi bulmuştu. Tarihin işte tam bu dönüm noktasında klasik akıma bir tepki olarak gelişen Romantik akım sahneye çıkıyor ve zamanın bu yeni ruhu ile insan durumu arasında bir köprü kurmaya gayret ediyordu.

Romantizmi tanımlamak ne kadar zor olsa da genel çerçevesinde içerdiği niteliklerden hareketle garip, uzak, yalnız ve esrarengiz olana heves duymayı barındırdığını söyleyebiliriz (gerçi az ileride Romantik hissi daha fazla telaffuz edeceğim). Yabani doğa, medeniyetten sıkılan ya da insandan iğrenenleri cezbediyordu. Böylece toplumdan kaçmak, yalnızlık ve mutlak özgürlüğe yol açan yabanıl doğa kültü, melankoli veya sevince giden yolda mükemmel bir ardalan oluşturuyordu. İnsanın mutluluğu ve refahı onun medeniyet derecesi ile ters orantılı olduğu, yani yabani-adamın üst insan olduğu düşüncesi (ki bu da Primitivizm olarak adlandırılır) Romantik akımda öne çıkan fikirlerden biridir. Toplumdan kaçma temasını Byron’un 1816 tarihli itirafından dinleyelim: “İnsanı daha az seviyor değilim, lakin doğayı daha fazla.”

Pitoresk - Zermatt'ın ardından arzı delerek yükselen ikonik Matterhorn. Fotoğraf: Ali D. Özbakır.

Pitoresk – Zermatt’ın ardından arzı delerek yükselen ikonik Matterhorn. Fotoğraf: Ali D. Özbakır.

19uncu yüzyılın ikinci yarısı, İngiltere’de savaşsız geçen ve kısmen bu sayede ticaret, kültür ve sanatta önemli gelişmelerin olduğu Viktorya dönemi (1837 – 1901) olarak adlandırılır. Endüstri devrimi (1750 – 1850) kentli orta sınıfının doğmasına sebep olmuş ve ekonomik büyüme ile siyasi istikrar, bu sınıfın zenginleşmesine olanak sağlamıştı. Aynı dönemde sanat, edebiyat ve düşünce dünyasına hâkim olan Romantizm ile bilim arasında (özellikle 1800 – 1840 arasındaki dönemde) oldukça kuvvetli bir bağ vardı. Birçok bilim adamı Fichte, Schelling ve Hegel’in Naturphilosophie’sinden etkilenmekte, ancak, ampirizmi terk etmeden, çalışmalarında tek ve organik doğayı meydana çıkarmaya çalışmaktaydılar. Diğer taraftan Romantik akım aristokratik sosyal ve politik normlara başkaldırıyor, bilimin doğayı rasyonalize etme çabasına karşı duruyordu. Çünkü Romantizm’e göre esas olan, insanın doğayı anlayabilme becerisine sahip olduğunu kanıtlamak ve dolayısıyla tahakkümü altına almaktan ziyade, doğa ile bütünleştirmenin sağladığı duygusal etkiye ve doğa ile uyumlu bir birlikteliğe önem vermekti.

Byron “yüksek dağların bir his” olduğunu söylüyor ama söylemediği bir şey varsa o da çağdaşları İngiliz Romantik akımının öncüleri Wordsworth, Coleridge ve Keats gibi kendisinin de bir dağcı olduğudur. Yani dağlarla olan münasebeti bir hissin ötesine geçmiştir. ‘Dağcı’nın tanımı büyük İngiliz şair, edebiyat eleştirmeni ve filozof Samuel Taylor Coleridge’den gelecek. Gelecekte İngiltere kaya tırmanışının kalbi olacak Lake District bölgesinin etrafında yaptığı ve içine sırf zevki için Scafell’e ilk (kayıtlı) tırmanışı da eklediği dokuz günlük yolculuğunun sonunda, 9 Ağustos 1802’de evine döner. Scafell’den inerken yaşadığı dehşet verici anları ve baş döndürücü tecrübeyi Sara Hutchinson’a yazdığı mektupta anlatırken

“Kol ve bacaklarım zangırdıyordu – dinlenmek için arkama yaslandım, ve alışkanlığım olduğu üzere deliler gibi gülmeye başladım, üzerimde her iki tarafta yükselen kayaların görüntüsü, ve onların üzerinde coşkun bulutların ürkütücü biçimde ve hızla kuzeye doğru geçmelerine korku ile boyun eğdiğim an. Neredeyse kâhince bir trans ve hazza nail oldum – yüksek sesle şükrettim tanrıya…”

diyor ve aslında Romantik yazının bir anlamda şemasını da ortaya koyuyordu: Delilik, kahkaha, coşku, dehşet, ürkmek, boyun eğmek, trans, haz, tehlike, ve manzara! Fakat bütün bu edebi kalıpların ötesinde eve döndüğü akşam macerasının hikâyesini Robert Southey’e yazarken İngiliz dilinde “Dağcılık yapmak” fiilini de ilk kez kullanmış oluyordu: “ertesi günün büyük bir bölümünü dağcılık yaparak geçirdim”. Coleridge “yeni bir faaliyet için yeni bir kelime” kullanıyordu diyor Simon Bainbridge “Bir kaç on yıl önce Avrupa’da ortaya çıkmış ve iktisadi veya askeri saikler dışında bir sebep için, zevk için, dağlara çıkmak” faaliyetini kastederek… Adı geçen eserden alıntılamaya devam edelim: “Coleridge, dağcı kelimesini fiil haline getirip ilk defa lisana sokarken, ‘dağcı’ ismi anlamca dönüşüme de uğruyordu. Eskiden beridir “bir bölgede yaşayan ya da oranın yerel halkı anlamına gelen “mountaineer” artık dağa tırmanma yeteneklerine sahip ya da tırmanma faaliyeti ile meşgul kimse anlamına gelmeye başlamıştı.” Wordsworth ise kendini “doğumu adalı, huyu dağcı” olarak tanıtır!

Yücelik - Aladağların Güney bölgesinde, gotik bir katedrali andırankuleleri, narin süsleri ve kar örtüsüyle Kaldı dağı. Fotoğraf: Duygu Başoğlu

Yücelik – Aladağların Güney bölgesinde, gotik bir katedrali andırankuleleri, narin süsleri ve kar örtüsüyle Kaldı dağı. Fotoğraf: Duygu Başoğlu

Bu dönemde kentli orta tabakanın, boş zamanlarını değerlendirmek için doğa tarihine amatör bir ilgi duyduğunu ve koleksiyonerlik yaptığını biliyoruz. Ama daha da önemlisi “tur” kavramı oluşmaya başlamıştı. Demiryolu ağının genişlemesi sayesinde ulusal ve uluslararası seyahatler mümkün hale gelmişti. Ancak, Britanya’da dağcılığı teşvik eden en önemli şeylerden biri 18. yüzyılın ikinci yarısında yaygınlaşan manzara turları ve bunların sayesinde gelişen düşünsel, estetik ve tatbiki içeriktir. İngiltere’nin meşhur göller bölgesi için hazırlanan ve tur yazın tarzını tesis eden rehberinin 1778 tarihli ilk basımında Thomas West, Göller Yöresini Alplere tercih eder çünkü “Alp zirveleri daima karlarla kaplı ve geçitleri erişilmezken Göller Yöresi dağlarının tamamı zirvelerine kadar her zaman ulaşılabilirdir. Dahası Alpler kadar çeşitli ve onlardan aşağı kalmayacak denli şaşırtıcı imkânlar sunar.” West’in rehber kitabı dağlara tırmanmayı teşvik eden erken dönem örnekler arasında sadece bir tanesi; bunlardan o kadar çok var ki! Yücelik ya da Pitoresk deneyimi aramanın sonucunda çok sayıda zirve anlatısı ortaya çıkarken, buna mukabil artan tırmanma talebini karşılamak üzere rehberler, rotalar ve konaklama imkânları gelişmiştir.

Bugün kâh manzaranın estetik algısının peşinden koşmada, kâh ancak tehlike ile hissedebildiğimiz benliğimizin idrakinde, “çünkü o orada” dediğimizde, ya da özgürlük söyleminde, Romantizm kendini yeniden üretiyor ve biz dağ severleri kucaklıyor. Öyle bir tutku ki bu, yanlış olduğunu bile bile yasak aşkın hazzı için sevgilinin kollarına doğru yönelen roman kahramanınki gibi. Belki mantıklı hiç bir açıklaması yok. Ha bir de uzaklara ekspedisyona çıktığı zaman hissettiklerini anlatan 20. yüzyılın en önemli kâşiflerinden Eric Shipton’ın sözleri var

…artık kaybolmuş bir yaşam biçimine geri döndüğümü hissederdim. Birkaç yüzyıl öncesinin acelesiz günlerini düşünürüm, yaşamın çılgınca bir telaş olmasından önceki, kırsal yörelerin bir sürü insan tarafından berbat edilmediği ve güzelliğin bir iş meselesi olarak istismar edilmediği günleri. O kadar alıştık ki günlük hayatın bizler için kolaylaştırılmış olmasına, enerjimiz yaşam sanatınca işgal edilmiyor; fakat duyulanma ihtirası içinde azıtmış. Ferdiyet, sığ basın makalelerinin hazır-kalıp fikirlerince zulmedilmiş, koşuşturan insan güruhunun kitle-duygularında boğulmuş.

Yalnızlık - Chongra Sivrisi (6,830 m) / Karakorum dağları - Fotoğraf: Ali D. Özbakır

Yalnızlık – Chongra Sivrisi (6,830 m) / Karakorum dağları – Fotoğraf: Ali D. Özbakır

REFERANSLAR
Bu yazı yoğunluklu olarak aşağıdaki kaynakların ışığında hazırlanmıştır.

Nicolson, Marjorie Hope, 1997. Mountain gloom and mountain glory: the development of the aesthetics of the infinite. University of Washington Press.

İngiltere kaya tırmanışı ekolünün kısa bir tarihçesi ve Scafell hikayeyeleri için bkz. Özbakır, AD., 2013. Hodgkin ve Peck (İkinci Bölüm) : Robin Allason Hodgkin, 1916 – 2003. tirmanis.org

Romantizm akımı ile dağcılık arasındaki ilişkiye dair kısa bir giriş mahiyetinde bkz. Özbakır, AD., 2012. Preuss’u nasıl okumalıyız? tirmanis.org; Daha çok detay için bkz. Randel, F.R., 1981. The mountaintops of English Romanticism. Texas studies in literature and language, 23(3), 294 – 322 ve Nash, R.F., 2001. Wilderness and the American mind. Yale University Press.

Bainbridge, S., 2012. Romantic Writers and Mountaineering. Romanticism, 18(1),pp.1-15. Gerçi Rönesans ve sonrasında birçok meşhur şahsiyet sırf manzaranın ve yüce olanın ardından dağlara çıkmışlardı. Misal, Petrarch için bkz. Özbakır, AD., 2012. Seyretmenin keyfi için, sırf, ve tepeden… dağdelisi.

Yücelik üzerine Ruskin, J., 1843-1860. “Of the Sublime” I. Cilt, III. Bölüm

Advertisement

6 thoughts on “Vahşi doğa, dağcılık ve estetik algısı

  1. Pingback: Zamanın lekeleri | DağDelisi

  2. Pingback: İngilizler çağdaş dağcılığı nasıl yarattılar? | DağDelisi

  3. Pingback: Ejder avcıları | DağDelisi

  4. Pingback: Tutumlar, değerler, inançlar* | DağDelisi

    • Ceren çok teşekkür ederim. Ne hoş bir iltifat bu…
      Dağdelisi’ni aynı zamanda facebook ve twitter üzerinden de takip edebilirsin.
      FB ve Twitter’da, blogdan farklı içerik de yer alabiliyor.

      Sevgiler,
      a-

Yorumunuzu buraya bırakın

Please log in using one of these methods to post your comment:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Twitter picture

You are commenting using your Twitter account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s