1974 yılı yazında ODTÜ-DKSK inisiyatifinde bir Altıparmak ekspedisyonu gerçekleştirilmişti. İnisiyatifinde diyorum çünkü diğer kulüplerden tırmanıcıların da yer aldığı bir etkinlikti bu. Faaliyet birçok anlamda ilkleri barındırıyordu: Katılımcılar, Marsis, Kaçkar tepe ve Altıparmak dağının en batıdaki iki kulesine tırmanmışlar ve bu zirvelerin muhtemel ilk Türk çıkışlarını gerçekleştirmişlerdi. En batıdaki kuleye M. Aktar (Manchester Üniversitesi), Necip Aral (ODTÜ), Rafi Tülbentçi (İTÜ), Manuk Çolakyan (İTÜ) ve Mustafa Kazım Küçükalp (ODTÜ); ikinci kuleye ise Ali Zambakoğlu (ODTÜ) ve Fatih Atikol çıkmışlardı. Ancak, batı kulesinden iniş esnasında Mustafa Kazım Küçükalp düşerek hayatını kaybetmişti. Bu kazanın Kaçkar dağlarında ölümle sonuçlanan kayıtlı ilk dağ kazası olduğunu söylüyordu Mustafa Aktar. Tüm bu ekspedisyon ve hikayesini geçtiğimiz yaz Mustafa hocadan bizzat dinlemiştim; faaliyetin üzerinden tam kırk yıl sonra tekrar aynı yere geçen yaz gitmiş, büyük bir heyecanla anlatıyordu o kurtarma/ceset taşıma faaliyetinde yaşadıklarını.
Sadece o kadar da değildik, diyordu. Birkaç çocuk daha varmış adlarını artık hatırlamadığı. Onlarla sadece kampta karşılaşıyorlamış. Ancak aralarında bir tanesini unutmamış. Zeki, kültürlü ve çok iyi bir atletti diyor Mustafa hoca. Yaşasaydı çok iyi bir dağcı olurmuş. Yaşasaydı derken? Evet, bir sene sonra Demirkazık Batı yüzünde çığa kapılarak hayatını kaybetti. Bir de bir kız vardı onlarla. İki kişiydiler. Birden şimşekler çakıyor beynimde: Faruk Süner ve Rezzan Okşar! Kaçkar silsilesine dair detaylar Tunç Fındık’ın Kaçkar ve Verçenik kitabında yer alacak. Ama biz şimdi asıl işimize bakalım.
Okşar ve Süner zirvelerini biliyorsunuz, bir çoğunuz bu kazayı da duymuşsunuzdur. Tabii ki DKSKlıları tenzih ederek soruyorum bu soruyu. Onlar hikayeyi zaten canlı tutmuşlardır kulüp kültürü içinde. Benim sözüm dışarıdakilere. İsimleri Emli ile Yedigöl çanağını birbirinden ayıran “H “sırtındaki iki zirveye verilmiş olsa da, bu isimleri yaşatmak için hikayelerini de canlı tutmak lazım. Bu yüzden sizi faaliyetten şans eseri kurtulan Hasan Akay’ın (link)te yer alan raporunu okumaya çağırıyorum.
Bu konu aklıma nereden geldi derseniz, ilginç bir hikaye. Geçen hafta Erdem (Tuç) elindeki bazı dağcılık raporlarıyla beraber bir film makarası kutusunu da arşivimde saklamam için bana verdi. Üzerinde “Sümer zirvesinden (Aladağlar) buluntu: Temmuz 1991 — Lütfen çok gerekmedikçe kutuyu açmayınız! Kağıt yıpranıyor! Orjinalinin kopyası Erdem Tuç’dadır.” etiketi ve içinde katlı biçimde duran ama yıprandığı her halinden belli bir kağıt barçası duruyor.
Kağıt 15 Temmuz 197X ile 18 Ağustos 1981 yıllarından iki adet Polonya tırmanışına ait. 70lerden kalan imza Gdansk’lı iki öğrenciye ait. Diğer tırmanış ise beş kişilik olduğunu tahmin ettiğim bir ekibin. Bu kağıdın 91 Temmuz ayında alındığını düşünürsek, son imzadan on sene, zirveden alındığından beri ise 23 yıl geçmiş! Kağıdı hemen naylon muhafazaya koyup bantladım. Gelecek kuşaklara göstermek için de fotoğrafladım (evet yukarıdalar). Tüzel’in kaynakçasında bu tırmanışlardan bahsedilmiyor. Gerçi, vaktinde Ömer Bey ile başka bir konu hakkında yazışırken, kitapta tarif edemeyeceği tırmanışları yazmadığından ve kaynakçaya da koymadığından bahsetmişti. Kağıttaki isimlerden bir iki tanesini internette hızlıca aradım fakat pek bir şey bulamadım. Geçen sene meşhur Polonya dergisi Taternik’in tüm sayılarını indirmiştim internetten. Tamamını taramış ve Aladağlarda bilgimiz dışında bir iki Polonya çıkışına rastlamıştım. Fakat Süner tepeye çıktıklarını hiç duymamıştım.
Süner Tepe, adı ne zaman verildi kim bilir? Muhtemel bu kağıt, zirvenin adının konmasından sonra yapılan ilk tırmanışların da belgesi. Dağın adı olduğu zaman hikayesini anlatmak da daha kolay değil mi?! O yüzden tüm isimsiz dağların bir ismi olsun.
Mesela bir tanesine de Avcı Memet Ağa’nın adı verilsin.
Ali Selamlar…
Hafta sonu Aladağlarda idim..Tırmanış sırasında insanın zihnine hucum eden düşüncelerden midir yoksa bilinç altımda bir müddettir bekleyen bir fikrin o anda tezahürü müdür, açıkçası adını koyamıyorum..Ancak Okşar tepe bir anda saplandığı yerden çıkan bir kıymık gibi beynimden çıktı ve boş kalan yerine bir kan pıhtısı dolar gibi oldu..Neden Okşar Tepe ???
An itibariyle senin kaleme aldığın yukarıdaki güzel yazıyı ve ayrıca sayende okuma fırsatı yakaladığım trajik kaza raporunu da okumuş oldum….Elbetteki garip duygulara büründüm…Raporun yarattığı his ve zihnimde yansımaları,Polonyalı dağcıların gizemi ve bilinmezlik…Aladağların kış hali ve çığın ürkütücü yankısı vs…
Kalemine, emeğine ve gönüne sağlık..
selam ve sevgiler.
Murat
merhaba, isteği üzerine tekin küçüknalbant adına onun yorumunu ekliyorum:
“merhaba,
Aladağların 1/25 000 lik ilk çizimini Dr.Bozkurt Ergörün temini ile Dr.Kamil Basmacıoğlu çizdi yarım kalanlarını ve diğer tüm dağların 1/25 000 lik lerini ben Tekin Küçüknalbant Çizdim. ama henüz Tırmanma sporu ortamı doğa alanlarında yeterli organize olamadığımız gerçeği ve çok hızlı DAĞLARIN Tahrip edileceği düşüncesi ile sağdece Dr.Bozkurt bey in güveneceği kişilere vermesini kendisi uygun gördü. Maalesef yine de herkes bu haritaları sanki KENDİLERİ çizmiş gibi isimlerini yazıp PİYASAYA SÜRDÜLER… ve KORKUNÇ TAHRİBAT BAŞLADI TÜM TÜRKİYE DAĞLARINDA.
Bu bahsi geçen aladağlar haritasının orjinal çizimdeki isimlerden biri de RAHMETLİ Faruk Suner ve Rezzan OKŞAR ın isimlerinin Bozkurt bey tarafından verildiğini bilmenizi isterim….AMA her ne hikmet ise Dr. Bozkurt Ergörün verdiği bazı isimler yok sayılarak Tarihi geçmişimizdeki bu spora katkı verenlerin adları yok sayılageldi. https://dksk.metu.edu.tr/wiki/index.php/Faruk_S%C3%BCner
Bu konularda arzu eden kişiyi Kayseri ye beklerim bilgilendirmek için.”
Pingback: Lehçe yazıların sırrı | DağDelisi