Geçen seferki hatamı tekrar etmemeye kararlıydım: yıldız fotoğrafı çekmek üzere fotoğraf makinasını çıkartıp sonra fotoğrafı çekmeden ve bir kolum dışarıda uykuya dalıp, sabaha doğru bir hayli üşümüş durumda uyanmak. O yüzden saat sabah dört gibi uyanıp, uyku tulumundan azıcık doğrulup fotoğraf makinasını kurdum ve yere koyup 15 – 30 saniyelik pozlamalara başladım. Ay ortadan kalktıktan sonra gökyüzü yıldızlarla bezenmişti, o kadar güzel bir görüntü, o kadar yabancı kaldığımız bir görüntü ki… Malesef makinam çok yetersiz kalıyor bu harikulade sahneyi kaydetmek için. Fakat, en azından şansımı denedim.
Sabah planladığım saatte kalktım ama tulumdan çıkmak hiç istemiyordum. Hava aydınlanmıştı ancak bulunduğum yere güneş gelmesine daha çok zaman vardı. Pek acele etmeden, asgari düzeyde hareket ederek su kaynattım, kahvaltımı yaptım ve çantamı hazırladım. Tabii çok süre geçti bütün bunları yaparken. En sonunda yerimden çıkacak kadar toparlandım. Önümdeki rota kısa olmasına rağmen, çok hızlı biçimde aşağı Sarımemetlere dönmeliydim ki, Salim Abi’yle vakitlice buluşup Niğde’ye erkenden varabileceğim midibüsü yakalayaydım. Malum bayram vakti, biletim de yok. O yüzden biraz koşturması bol bir gün olacaktı.
Sırt hattına girmek için dağın güneybatı yüzünün ortasına yakın yarığın soluna tırmandım; saat 7:00. Bu hat, dün incelemek için yanına diğer sırttan yaklaştığım ve sırtı bölen kaya kütlesini geçmek için en kolay yoldu. Bir kere buradan yükselmeye başlayınca rota takip etmek de çok kolay oldu, zira belirgin sırt hattı beni zirvenin çok yakınına kadar çıkartıyor gibi gözüküyordu. Zirve sırt hattının en solundaki geçidimsi yeri hedefleyerek hızlı biçimde tırmandım. Sırtın bittiği yerde ince taneli yamaç molozu genişçe bir patika oluşturarak devam ediyordu. Bu noktada acaba sağımda kalan yüzeylerden tırmansam mı diye çok düşündüm. Aslında biraz da yükseldim. Ancak daha kolay bir yol olabileceklen, kendimi boşuna zor pasajlarla mücadele eder vaziyete koşmak istemediğimden bundan vaz geçtim. Bu esnada Sarımemetler yaylasına gelen yol tüm çıplaklığıyla önüme açılmıştı. Flüvyal morfolojinin ördüğü bu zarafaet, bu ince oyayı andıran deseni seyrettim uzun uzun. Herşey o kadar berrak, o kadar duruydu ki! İlerlemeye devam etmeye başlayınca karşımda güneş ışınlarının hala eğimli bir demet hüzmesinin kayalığı aydınlattığını görünce zirve sırt hattının karşımda olduğunu anladım. Çünkü güneş o saatte ancak sırt hattını aydınlatabilirdi: Burası Cıngıllıbeşik – Eğritepe sırtı ve aşağısı da Akşampınarı vadisi olmalıydı.
Gerçekten de Parmakkaya’yı görünce hem de hiç alışık olmadığım bir açıdan zirveye çok az kaldığını da anladım. Parmakaya, en son on sene önce kışın tırmanış denmesi yaptığımız bir sefer ayak başparmağımı rotanın alt kısımlarında dondurduğumdan beridir bana böylesine yakın gelmemişti. Ve beş dakikalık bir yürüyüşten sonra Eğritepe zirvesine vardım. Her yöne doğru manzarayı çektim içime! Emler – Kaldı arası, Alaca buzul çanağı, Avcı Veli geçidi, Akşampınarı vadisi… Avcı Veli geçidinin alt kısmında bir buzul mezarlığı gözüme çarpıyor. Geriye bir tek kaya buzulu kalmış. O da minicik. Vadi devasa, müsebbibi ise minicik kalmış, ölmek üzere.
Şöyle böyle yarım saat geçirip geri dönüş yoluna koyuluyorum, saat 9:30 civarı. İniş bir saatimi alıyor. Aşağı yukarı kırkbeş dakika çantamı toplamam ve birşeyler atıştırmam sürüyor. Biraz da ısınmak ve buralara son kez bakmak için ağırdan alıyorum herşeyi. Sonra tekrar yola koyuluyorum. Bir süre yürüdükten sonrai hayret içinde kalıyorum, buraları ne zaman yürüdüğümü düşünüp. Hakikaten etrafta sürekli ilgimi çekecek şeyler var, nasıl oluyor da bunlara bakmamışım. Bu vadiden artık dördüncü kere geçiyorum, artık birçok anım da var. Şu taşta bunu yapmıştım, şu kayaya tırmanmıştım, burada atıştırmıştım… Buraları tanıyorum artık. Ne ilginç değil mi? Sarımemetlere varmak üzereyken artık sürekli dönüp arkama bakıyorum. Arkamda bırakmak istemiyorum bütüm bu güzellikleri. Diğer taraftan son bir vedanın vakti de geldi, bir mevsimlik en azından… Bundan sonra ancak kışın buralar gelinebilir hal alacak. Artık geçiş mevsimi, dengesiz havalar hüküm sürmeğe başlayacak buralarda.
Sarımemetler bir gün öncesine göre pek değişmemiş. Kamp alanına girip hal hatır sormak üzere, Serdal ile karşılaşıyorum. Hoş sohbetleri ve çay ve kahveleri ile ağırlıyorlar beni. Ne üzücü ki bir iki gün daha kalamayacağım. Salim abi de yirmi dakikaya varıyor. Ricam üzerine ana yola bırakıyor. Bir an önce Niğde’ye gidip İstanbul’a dönüşün bir yolunu bulmalıyım.
Bu saatten itibaren önümde hala 18 saatlik bir yolculuk var!
….”o kadar yabancı kaldığımız bir görüntü ki”…neden acaba ? Bir taze nefes gibi bir yudum yıldıza hasret kaldık…Kimimiz gökyüzünde durmaksızın arar, kimimiz bulduğunda bir daha göremeyecekmiş gibi yaşar olduk…Ne gördüğümüze tam sevinebildik, ne göremediğimize tam üzülebildik…arada kalmışlığı, hep sırt çantamızın içinde dağa götürdük, yere serdik, sevdik ve sonra tulumumuzun içine tekrar sarıp şehre geri getirdik. Kimi acı verirken kimi unutulmayası bir anının, aç parantez cümlesi içerisinde yerini aldı…Kimi avuntuya karışırken, kimi tozlar içerisinde bir yaprak misali unutuldu ve gitti…
Aladağlara mevsimlik vedaları bende seviyorum…en azından yeniden gele(bil)ceğini düşünmek bile bir heyecan ve güç veriyor insana…Orada ya, ne olsa tekrar kaçar gelirim diyorsun…Hele giy beyazlarını…o zaman görüşelim der gibi olmuş kapanış…..sevgiler…