Yıllardır festivale katılabilmek için can atarım ama festival haftasında asla İstanbul’da olamam! Ama bu sene farklı, her gün en az bir filme gidebiliyorum. Biletlerimi ise önceden aldım. Değmeyin keyfime! Bu sene festivalin 9. yılı (Festivalin web sayfası için burayı tıklayın). Bu seneye kadar festivalin izleyici sayısı ve gösterimdeki filmler sürekli artmış. Mesela geçen sene toplamda 12 bin kişi izlemiş filmleri. İlk senesini saymazsak, bence festivalin en büyük özelliği çok sayıda Türkiye menşeli filmlere yer ayırması olmuştu. Ancak, bu yıl Kültür Bakanlığı geçmiş senelerden farklı olarak “Ülke içerisinde üretilen filmler de kayıt ve tescil edilmiş olmak kaydıyla bu etkinliklere katılabilir” yönetmelik şartını mecbur kıldığı ve uyulmaması durumda olaşacak cezai müeyyideler hakkında festivallere bilgi verdiği için, bu sene yerli yapımlara yer verilemiyor (link). Böyle bir buruklukla başladı festival işte…
Dün ilk filmime gittim: “Yolculuğu hedefiydi…” (link). Film Alman yapımı ve orijinal başlığını Türkçeye tam çevirirsek “Yolculuğu hedefiydi: Münih’ten Venediğe yürüyerek gitmek”. Başlığın da açıkça söylediği gibi bir yolculuk hikayesi. Filme konu olan rota ilk olarak Ludwig Grassler tarafından 70lerin başında ortaya çıkartılmış. 70lerin sonunda ise birçok defa yürüdüğü ve elinde biriken birçok fotoğraf ve not yardımıyla bu hattın bir rehberini yazmış. Başlarda hiçbir yayınevi itibar etmese de, sonunda aktif görev yaptığı derneğin üyelerine dağıttığı bir rehber haline sonra ise tam teşeküllü bir kitaba dönüşmüş çabası. Ludwig senede bir gün bu yolculuğa çıkacak olanları kendi elleriyle uğurluyor ve başka bir gün de yolculuğu yapanlarla buluşup anıların paylaşıldığı bir toplantı düzenliyor. Film, Ludwig’in anlatıları ve genç bir “rüya yolcusunun” (Felix Werner) izlenimlerinden oluşuyor. Yol Bayer Alpleri, Zillertal Alpleri, Dolomitler ve İtalyan Önalplerinden geçiyor ve 500 km’lik yolculuk (filmde) dört haftaya yayılmış (Rota çizimi bu sayfadaki fotoğrafların ilkinde yer alıyor). Her akşam yol üzerindeki dağ kulübelerinde konaklanıyor. Fakat yolculuğu bu esnada yaptıkları iki çocukla beraber 4 yıla yayan bir çiftin günlükleri, anıları ve fotoğraflarından da faydalanılmış. Yani süreyi ve ekibi belirlemek size kalmış.
Filme dair birkaç eleştirim var. Öncelikle Ludwig’in konuşmalarından sonra gelen anlatıcının bahsettiği konular her zaman uyumluluk içinde değil. Hatta bazen oldukça garip. Mesela, Ludwig “yolculuk esnasında farklı insanlarla karşılaşıyor, onlarla yürüyor ve sonra onlardan ayrılıyorsunuz” benzeri bir laf sartettikten sonraki sahnede, anlatıcı “bu sabah kulübenin işletmecisi yaşlı çiftle konuşuyorduk mutfakta. Bana erken yaşka ölen çocuklarından bahsettiler. Büyük bir sessizlik kapladı etrafı. Oysa güneşli havada uyanılan bir gün, dışarıda yürümek için ne de güzel bir başlangıçtı” diyor. Bunun gibi başka yamalı editting mevcut; o bakımdan biraz hayal kırıklığına uğradım. Bir diğer sorun bazı manzara çekimlerine hak ettiğinden daha fazla zaman ayrılmış olması, oysa normalde 2-3 saniye yetebilirmiş. Bununla birlikte sanki olağanüstü manzara görüntüsünde bir eksiklik hissettim. Tabii bu çok subjektif bir değerlendirme. Filmi seyredenlerin genel olarak gördüklerinden memnun kalmışlardır. Bir diğer sorun özgürlük mefhumuna yapılan vurgu. Şahsen, dağlara gitmenin verdiği & hissettirdiği duyguların klişeler çerçevesinde “özgürlük” olduğunu düşünüyorum. Yani hayatın üçüncü boyutunda da hareket edebilme yetisinden dolayı kazanılan bir özgürlük. Bir iki tekrar olabilir ama daha fazla kaçtığı zaman insan özgürlüğün nerede olduğunu merak etmeye başlıyor. Bu “özgürlük” ve “kaçmak” konusunda düşündüklerimi ileriki bir zaman yazarım.
Şimdi olumlu yanlarına bakalım. Film insanı Alplerin K – G ekseninde daima değişen coğrafyalarla tanıştırması bakımından çok güzel. Önce yumuşak eğimli ve ormanlarla kaplı Bavyera Alpleri; arkasından Zillettaler zirveleri ve buzullarının yarattığı acayip coğrafya, ki eğer kaya buzulu, yıkama tahtası tipi morenler, keskin areteler ve vadi buzullarının morfolojisine tutkunsanız acayipliği beğeneceksiniz; sonra da ay yüzeyinden kopartılıp Dünya’ya monte edilen Dolomit zirveleri, ve son olarak yine ormanlık ve akarsularla bezeli İtalyan “Ön”alpleri. Bütün bunlara şahit olurken, filmin başlığının da ne kadar yerinde olduğunu anlıyorsunuz. Yolculuğun hedef olduğu, özellikle yola, ayakkabıya ve harekete yapılan vurgudan anlaşılıyor. Yönetmen bence bu konuda iyi iş çıkartmış. İnsan filmi seyrettikten sonra uzun yürüyüş rotaları ve “ülke” geçme macerasını yaşamak istiyor. Özellikle Alplerde, dağ kulübeleri, iyi işaretlenmiş patikaların, ve yürüyüş alanlarına ulaşımın iyi olduğu bir yerde yapılmış bir örneği seyredince “ben de yapsam” diyor.
Böylelikle benim değerlendirmem de sona geliyor. Bu akşam “Mekanlar Arasında” adlı filme gideceğim. Film yelkenliyle Grönland’a giden bir grup kayakçı ve dağcının seyahat ve tırmanışlarını konu alıyormuş.
Görüşmek üzere…
Pingback: Festival mevsimi | DağDelisi