…the plateaus of the Lycaonians, are cold, bare of trees, and grazed by wild asses…
…Lycaonia’lıların platoları, soğuktur, ağaçsızdır, ve orada vahşi eşekler otlar…
-Strabo [1]
Platoların dağlardan farkını ilk ayırt edip, farklı bir terim ile ifade eden kişi Amasyalı büyük coğrafya bilgini Strabo olmuştur [2]. Strabo’nun Konya, Tuzgölü ve civarındaki düz bölgeleri için yaptığı yukarıdaki nitelemeyi biraz daha kuzeye Ankara’ya doğru genişletirsek (harita) ve milletvekillerini de kapsayacak şekilde değerlendirirsek, değerli bir meslektaşımın dediği gibi (vecizenin tüm yan anlamlarıyla) “Strabo’dan beri pek birşey değişmediğini” görebiliriz (Hele bir de ağaç katlilarını düşünürsek).
Plato esasen çevresine göre daha yüksek ve geniş düz alan anlamına gelir. Son yazımda, bir sınır yüksekliğe varmıştık dağları yükselte yükselte. İşte şimdi o sınır yükseklikten sonra olacaklara kabaca bakmaya çalışalım. Şunu unutmayın burada anlattıklarım yakınsama/çarpışma merkaniği ile, yani tektonik olarak meydana gelen platoları ele almaktadır. Platolar volkanik ya da dinamik yükselmeye bağlı olarak ve ya akarsu aşındırması sonucunda da meydana gelebilir; bunlara belki ileride değinirim. Anlatacaklarımın çok büyük bir kısmını Lyon-Caen ve Molnar’ın muhteşem makalesinden aldım, bazı açıklayıcı eklemeler ve şekil benden [3].
Kabukta kısalma başladığında, malzemeyi birbirine iten kuvvetler kabuğa ait parçaların birbiri üzerine bindirmeye başlar. Bunu kabaca şöyle düşünebilirsiniz: topuğunuzla ıslak kumu ittiriyor ve birbirine yapışık ufak yassı parçaları üstüste istifliyorsunuz. Yani öncelikle sürtünme direncine karşı iş yapmak gerekmektedir. Kabukta meydana gelen kısalma kabuğun kalınlaşmasına sebep olacağı için, ve kalınlaşan düşük yoğunluklu kabuğun daha önceki yazılarda bahsettiğimiz gibi izostasi sebebiyle yükselme eğiliminde olduğundan, bu kuvvetlerin yerçekimine karşı da iş yapması gerekmektedir. Dolayısıyla dağ sırasını oluşturmak (ki buna dağın kökü de dahildir. bkz: dağların yüksekliği nasıl ölçülür Kutu 1 ve Şekil 3 ), kütleçekimsel potansiyel enerjinin artması ile ilişkilidir, ve levhaları birbirine doğru süren kuvvetlerin bir kısmı bu potansiyel enerjinin oluşturulmasından mesuldür.

Şekil 1. I ile gösterilen kesit alçak bölgeleri, II ile gösterilen ise dağlık alanı temsil etmektedir. kabuk,
ise kabuğun altında yer alan mantonun yoğunluğudur. Diğer büyüklükler metinde açıklanmıştır.
Potansiyel enerji, yerdeğiştirme doğuran bir kuvvetin, yerdeğiştirmenin bileşeni boyunca integrali olarak tanımlanır:
Şimdi tabanı birim alan olan bir sütun düşünelim, burayı dolduran malzemede depolanan potansiyel enerjiyi göz önüne getirelim, ki bu dünyanın birim yüzey alanındaki potansiyel enerjiye tekabul etsin. Birim alan başına uygulanan düşey kuvvet yerçekimi ivmesi, yoğunluk, ve üstte bulunan katman kalınlığının çarpımıdır. Dağı oluşturmak için düşey istikamette böylesi bir kuvvete karşı iş yapılır. Haliyle belli bir derinliğin üzerinde birim alana sahip sütun içinde yer alan malzemenin potansiyel enerjisi, dünya yüzeyinden o derinliğe kadar litostatik basıncın integrali alınarak hesaplanır.
Önce alçak bölgelerde, yani bir yükselti içermeyen yerlerdeki derinliğe bağlı litostatik basınç fonksiyonunu ‘yi ifade edelim (yani yukarıdaki şekilde I ile gösterilen çizginin altında parmağınızı belli bir derinliğe koyduğunuzda o noktada ne kadar basınç olduğunu yazalım):
yukarıda ve
, kabuk ve mantonun yoğunluğu, ki burada sabit olarak kabul edilmişlerdir, ve
kabuk kalınlığıdır (Şekil 1). Dağlık bölgeler için litostatik basıncı yazarsak:
Lakin bizim ilgilendiğimiz büyüklük, yukarıda ayrı ayrı yazdığımız potansiyel enerjilerin kendisi değil, kabuk kalınlaşmasına bağlı meydana gelen değişimdir; yani bir başka değişle dağlık alandaki potansiyel enerji ile alçak bölgelerdeki potansiyel enerji arasındaki farktır. İzostatik denge koşulu bize derinliğinde basıncın eşit olacağını söylemektedir (Şekil 1’de görülen yatay kesikli çizgi), yani
. Böylece
olur. Dağlık alan ile alçak bölgeler arasındaki birim alan başına potansiyel enerjiyi yazacak olursak:
İntegrali hesapladığımız zaman elimize geçen sonuç:
olacaktır. Son olarak izostasi koşulunda elde ettiğimiz ile
arasındaki eşitliği kullanır ve parantezi açarsak, potansiyel enerji farkı olarak elde edeceğimiz ifade:
bulunur. Kutu içindeki ifadede yer alan ilk ve üçüncü terimler, yükselti ve kök kısmın karesiyle doğru orantılı. Bu demek oluyor ki, bir dağ sırasını (veya platoyu) oluşturduktan sonra her ilave yükseltiyi sağlamak ve kökü derinleştirmek için sürükleyici gücün gitgide artan miktarlarda iş yapmasını gerektirmektedir. Dağlar yükseldikçe ve kök derine doğru büyüdükçe, er ya da geç ufak bir miktar yükseltiyi sağlamak için levhaları birbirine iten enerji kaynağının sağlayacağından daha fazla enerji gerekecektir. Bu koşul, dağ sırasını oluşturan malzemenin mukavemetinden bağımsız başka bir sınırlayıcı etmendir.
İşte şimdi önemli bir noktaya geldik. Eğer levhaları birbirine doğru iten kuvvetler, yüksek bir dağ silsilesi ya da platoyu daha da fazla yükselecek enerjiyi sağlayamıyorlarsa, yakınsama ille de durmak zorunda değildir. Bunun yerine dağ silsilesinin boyu yükseleceğine, enine büyümeye başlar! Yani bizim platomuz büyümeye. Enine büyümenin, boyuna büyümeden nasıl daha az enerji gerektirdiğini, Kaynakçdan sonraya koyduğum Ek kısmından görebilirsiniz.
Kaynaklar
[1] Strabo, XII. kitap, 6. bölüm. url: http://penelope.uchicago.edu/Thayer/E/Roman/Texts/Strabo/12F*.html
[2] Şengör, A.M.C., Özeren, M.S., Keskin, M., Sakınç, M., Özbakır, A.D., ve Kayan, İ. (2008) Eastern Turkish high plateau as a small Turkic-type orogen: Implications for post-collisional crust-forming processes in Turkic-type orogens. Earth Sci. Rev., v.90, pp. 1-48.
[3] Molnar, P. ve Lyon-Caen, H. (1988)Some simple physical aspects of the support, structure, and evolution of mountain belts. Geological Society of America Special Paper, v.218, pp. 179-207
Ek
Şimdi kalınlığındaki kabuğu yatay eksende belirli bir mesafe öteleyelim, böylece
eninde ve
yüksekliğinde bir dağ sırası elde edelim; dağın kökü de
derinliğinden itibaren
kadar derine uzansın. Bu yatay yerdeğiştirme sonucunda oluşan silsilenin, birim mesafesi için elde edeceğimiz potansiyel enerji farkı:
olur. Şimdi aynı miktarda daha fazla yerdeğiştirmenin yaratacağı olası sonuçları irdeleyelim. Yükseklik ‘a çıkabilir, ki bu durumda kök de
olcaktır, ve ya silsilenin genişliği
‘ya çıkacaktır. İlk durum için birim uzunluk için potansiyel enerji farkını yazalım:
İkinci durum için ise
Açıkça görülmektedir ki, bir dağ silsilesini yükseltmek için yapılması gereken iş, onu genişletmek için gerekenden çok daha fazladır.
Pingback: Demirkazık (3,758 m) | DağDelisi
Açıklamalarınız için teşekkür ederim gerçekten faydalı oldu. Dil ağır geldi biraz ama olsun:) Aslında bir sorunun cevabını araştırıyorum, bu soruları onun için sordum dağlar olmasaydı ne olurdu?
Soruyu daha açık sorabilir misiniz? Çünkü çok muğlak. Yani dağlar olmasa ‘ne’ye ne olurdu? Dağ bir toponim. Dünya üzerindeki bu “arızalar”ın olmaması (Rahmetli Erdal İnönü bir seminerinde kraterler için bu ifadeyi kullanmıştı:) ) neyi mi gösterir diye sormak istiyorsunuz?
Daha açık hale getirirsem. Dağlar dünya için bir denge unsuru mudur?
Dağlar, oluşumları gereği zaten sebhiye (yani yüzerlilik) ile gravitenin (kütleçekimi) geçici denge halidir. Fakat dünya için dengeleyici olup olmadıklarını anlamak için dünyayı gök mekaniksel olarak ele almak lazım. Temel fizik bilgimiz dönen cisimlerin açısal momentumunun dış kuvvetler etkimediği sürece korunduğunu göstermektedir. Ayrıca eğer, dağlar dünyayı dengeliyor olsaydı, birinci metebeden öneme sahip olan presesyon hareketi (http://en.wikipedia.org/wiki/Precession) olmazdı. Oysa presesyon var. Dağlar ancak ve ancak dünyanın ekvator şişkinliği kadar kütleye sahip olsaydı presesyonu azaltabilirdi.
Ayrıca dağlar, bir denge unsuru oluşturamayacak kadar düzensiz dağılmışlardır. Dolayısıyla ne kuvvetler ne de moment dengelerinden bahsedilebilir.
Dünya derken yani yerkabuğunu kastediyorum
Yerkabuğu için denge unsuru mudur diye düzelteyim.
Denge unsuru demek hem doğru hem değil. Çünkü unsur demek, bir şeyi oluşturan öge demek. Önceki yazılarda sıkça bahsettiğim izostasi bahsi dahilinde bakacak olursak dağlar, en başta söylediğim gibi, sebhiye ile gravite arasındaki geçici denge koşuluna tekabul ediyorlar. Fakat denge zaman içinde oluşan birşey.
Mesela kıtasal çarpışma meydana geliyor ve iki kıtasal levha üst üste biniyor. Bunun sonucunda kıtasal kabuk kalınlaşmış oluyor. İşte bu kalınlaşma (ki dağ oluşturduk) daima denge yüksekliğinde olmak zorunda değil. Dağ sırası, zaman içinde yükselerek, tabandaki eş basınç koşullarına ayak uydurmaya çalışıyor. Yani ortada zaman ölçeği problemi var.
Şimdi dege unsuru olmayan bir senaryodan bahsedeyim. Litosfer dediğimiz “taş küre” mekanik davranışı bakımından iki ögeden müteşekkil. Biri kabuk, öbürü de manto litosferi. Litosferin altında ise oldukça akışkan astenosfer var. Astenosferin yoğunluğu, mantodan daha az. Kaba bir analojiyle düşünürsek, üstü katılaşmış bal suyun üzerinde duruyor. Bu yoğunlulsak instabilite, uygun koşullar gerçekleştiğinde, mantonun kopup astenosferce yutulmasına sebep olabilyor. Bu durumda manto yükünden kurtulmuş kabuk yükseliyor (Mesela Doğu Anadolu’nun bu şekilde yükseldiğini düşünüyoruz). Öte yandan, mantoyla yer değiştiren astenosfer zaman içinde soğuyarak yoğunlaşıyor. Bu sefer, kabuk altında yük haline geliyor ve yer yüzeyinin çökmesine sebep oluyor.
Son tahlilde söyleyeceğim şey şu, dengeden ancak ve ancak belirli bir zaman için bahsedebiliriz. Bence denge oldukça keyfi bir tanım, ama çoğunlukla faydalı da.
Kuranı Kerim de Allah sizi sarsmasın diye yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi. buyurur. O zaman gerek iki levhanın dağ oluşumu ile perçinlenmesi gerekse dağın derin köklerinin dağı desteklemesi, ve levhaları hareket ettiren kinetik enerjinin potansiyel enerjiye dönüşümüyle hem de izostasideki dinamik rolüyle bu geçici dengede rolü vardır denilebilir değil mi
Dinsel metinlerle dünyanın anlaşılmaya çabalanmasını yanlış ve gereksiz buluyorum. Şöyle düşünün, dağlar zaten depremler sayesinde yükselirlerler. Aynı zamanda bir eşik yük oluşturduklarında kendilerinde deprem ve sarsıntılara sebep olurlar. Bunun en güzel örnekleri Çin’deki 2008 Sichuan depremi ya da İtalya’daki L’Aquila depremler. İlki yükselen dağ sırasının meydana getirdiği, ikincisi dağın ağırlığının sebep olduğu depremler. Dağlar ayrıca sabit değildirler. Bunlar oluşur, aşınır ve yok olur. Mesela geçen hafta Pakistan’da meydana gelen 7.7 büyüklüğündeki Belucistan depremi Pakistan’ın güney kıyısında, denizde bir ada oluşmasına sebep oldu. Bu gelecekteki depremlerle daha da yükselecek.
Yani ortada bir sabitlik durumu söz konusu değil. Dağların insan için sağlayacağı bir denge de yok, ne de insan için önceden belirlenmiş rolleri. Dağlar insanlardan çok daha eskidir.
Yerleşim yerlerine yakın yanardağları düşünün mesela. Dünya tarihi boyunca her dinden ve etnik kökenden insan topluluklarına büyük zararlar vermişlerdir.
Son cevabınız yeterince bilimsel olmadı malesef. Önceki cevaplarınız kadar en azından. Öncelikle sizin söylediklerinize göre dünyada dağın oluşmamasi gibi bir olasılık yok. O yüzden dağların olmaması durumunda bilimsel bir yorum açığa çıkmadı orası meçhul kaldı. İkincisi dağlık bölgelerde deprem olması başka birşey yer kabuğunun sarsıntılardan korunması başka bir şey. Dağlık bölgelerdeki depremlerle yeryüzünde daha büyük dengesizliklerin oluşmasının önüne geçiliyor olabilir. Üçüncüsü dağlar oluşmasaydi belki belki şu an dağlık olan alanlar doğrultulu fay hatlarına sahip olacak ve çok daha büyük yıkımlar meydana gelecekti. Ayrıca dağların kökleri, levhaların perçinlenmesi ve potansiyel enerji , ve sizin de dediğimiz gibi izostazi deki dengedeki rolü. Aynı zamanda presesyon çok azda olsa olan etkisi.
Az evvelki sorunuza yanıtım “yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi” cümlesine karşılık olarak verildi. Yanıtımı lütfen bu çerçevede okuyun. Şimdi sorduklarınızı değerlendirisek:
1- “Dünyada dağın oluşmamasi gibi bir olasılık yok. O yüzden dağların olmaması durumunda bilimsel bir yorum açığa çıkmadı orası meçhul kaldı”
Yok, çünkü dağlar zaten var.
2- “dağlık bölgelerde deprem olması başka birşey yer kabuğunun sarsıntılardan korunması başka bir şey.”
Bu ifadenize katılmıyorum. Çünkü deprem demek, dünyanın kabuğunun elastik yüklere dayanamayarak deforme olması, bozulması, kırılması ve ani yer yüzü hareketi ile elastik dalgaların dünya içinde ve yüzeyine yayılması anlamına geliyor.
3- “Dağlık bölgelerdeki depremlerle yeryüzünde daha büyük dengesizliklerin oluşmasının önüne geçiliyor olabilir.”
Örnek verebilir misiniz? Dağların presesyona etkisi olmadığından ve kütleleri ile dünyanın mekanik dengesi üzerinde büyük bir etkileri olmadığından aşağıda bahsetmeye çalışmıştım.
4- “Üçüncüsü dağlar oluşmasaydi belki belki şu an dağlık olan alanlar doğrultulu fay hatlarına sahip olacak ve çok daha büyük yıkımlar meydana gelecekti.”
Dünyada meydana gelen en büyük depremler doğrultu atımlı depremler değildir. Esas yıkıcı ve büyük olan dalma – batma zonlarında meydana gelen bindirme depremleridir. Yine aşağıda dağların sadece faylarla yükselmediğini, Doğu Anadolu yüksek platosunu örnek gösterek anlatmaya çalıştım.
5- “Ayrıca dağların kökleri, levhaların perçinlenmesi ve potansiyel enerji , ve sizin de dediğimiz gibi izostazi deki dengedeki rolü. Aynı zamanda presesyon çok azda olsa olan etkisi.”
Presesyona hiç etkisi olmadığını yazdım. Başta da söylediğim gibi dağlar dengeyi yaratan unsurlar değil, dengesizlik halinde meydana gelen ögelerdir. Yani burada bir perspektif farkı var.
Ayrıca volkanları düşünelim. Volkanlar patlamasa dünya patlardı. Volkanların bulunduğu alanlarda sarsıntılar olması bunun yeryüzüne sağladığı faydalar olduğu gerçeğini değiştirmez.
“Volkanlar patlamasa dünya patlardı” son derece zayıf bir arguman. 1- Bana bunun nasıl olacağını açıklar mısınız? 2- Dünya fiziğini “fayda/zarar” “iyi/kötü” ve insan merkezli düşünmek istiyorsanız, tartışmamız çok kısıtlanabilir.
Bir not daha. Depremler volkan patlamalarını tetikleyebilir. Birçok örneği var. Yani olayı faydaya bağlamak için uğraşırsanız, elimize sadece zarar geçer.
Dağlık bölgelerde deprem olması başka birşey yer kabuğunun sarsıntılardan korunması başka bir şey. Yanardağların en önemli faydalarından biri, yer kabuğunun altında biriken basıncı dışarıya atmaları. Eğer arasıra yeryüzünde bir iki yanardağ faaliyete geçmese, aşağılarda çok güçlü bir basınç birikmesi olacak ve bunun neticesinde dünyada çok tehlikeli durumlar açığa çıkabilecektii. Demir küre içinde donan suyun demiri parçalaması gibi bir etki. Burda bir bölgede yıkım olurken başka bölgelerin yıkımdan kurtulma durumu var mesela.
Presesyon etkisi çok az olsada var.
Dalma-batma zonlarındaki depremlerin oluşması için dağ oluşumuna gerek var. Dengezilik anında levhalar hareket ediyor ve dalma batma zonlu bir deprem oluşuyor. Sonuçta oluşan dengesizlik dağ oluşumu ile bir dengeye kavuşuyor.Hareket enerjisinin bir kısmı potansiyel enerjiye dönüşüyor böylece daha şiddetli depremlerin oluşmasının önüne geçiliyor.
http://tr.wikipedia.org/wiki/Fay http://www.bandirmamanset.com/yazar-765-izmir_de_7_den_buyuk_depr.html En etkili depremleri doğrultu atımlı faylar oluşturur.
Bu kök(dağ kökü) üst mantoya sokulur ve manto yüzeyi üzerindeki kütleye desteklik sağlar. Prof. Dr. Yaşar Eren
Dağlar buz dağlarına benzetilebilir. Dümdüz levha şeklindeki buzul tabakaları mı su üzerinde daha sağlam durur yoksa derin kökleri olan bir buzul dağı ve çevresi mi ?Eğer dağ oluşumu olmasa konveksiyonel akımların yaptıgı basınç nedeniyle kışın donan su havuzları gibi irili ufaklı yüzlerce levha parçaları oluşmaz mıydı?
Ayrıca dağlar, bir denge unsuru oluşturamayacak kadar düzensiz dağılmışlardır. Dolayısıyla ne kuvvetler ne de moment dengelerinden bahsedilebilir. Denmiş. Düzensiz oldugunu nereden biliyoruz. Düz bir dağılım göstermemesi düzensiz olduğunu göstermez. Sonuçta belli bir basınç kuvveti uyguluyor hepsi. Yani Momentlerinden bahsedilebilir.
1- “dağlık bölgelerde deprem olması başka birşey yer kabuğunun sarsıntılardan korunması başka bir şey.”
Aşağıdaki yorumumu tekrarlamak zorundayım: Bu ifadenize katılmıyorum. Çünkü deprem demek, dünyanın kabuğunun elastik yüklere dayanamayarak deforme olması, bozulması, kırılması ve ani yer yüzü hareketi ile elastik dalgaların dünya içinde ve yüzeyine yayılması anlamına geliyor.
2-“Yanardağların en önemli faydalarından biri, yer kabuğunun altında biriken basıncı dışarıya atmaları. Eğer arasıra yeryüzünde bir iki yanardağ faaliyete geçmese, aşağılarda çok güçlü bir basınç birikmesi olacak ve bunun neticesinde dünyada çok tehlikeli durumlar açığa çıkabilecektii. Demir küre içinde donan suyun demiri parçalaması gibi bir etki. Burda bir bölgede yıkım olurken başka bölgelerin yıkımdan kurtulma durumu var mesela.”
Kusura bakmayın ama yazdığınız bilimsel değil. Basit bir hesap yapıp bana yanardağ altında, artan basıncın mertebe bakımından hesabını gösterin. Demir küre ile dünyayı birbirine benzetmeniz “hatalı benzeşim” adındaki mantık hatasına giriyor. Bu ifadenizi yanıtlamaya tenezzül etmeyeceğim. Fakat yanardağ püskürmelerini “fayda” minvalinde yorumlamanız yanlış. Yanardağ patlamalarıyla her din ve etnik kökene ait insanların hayatını kaybettiğini daha evvel söylemiştim.
3- “Presesyon etkisi çok az olsada var.”
Ne kadar etkisi var, gösteriniz.
4- “Dalma-batma zonlarındaki depremlerin oluşması için dağ oluşumuna gerek var…”
Daha evvel şöyle demiştiniz: “Üçüncüsü dağlar oluşmasaydi belki belki şu an dağlık olan alanlar doğrultulu fay hatlarına sahip olacak ve çok daha büyük yıkımlar meydana gelecekti.” Yani demişsiniz ki, dağlar olmasaydı, oluşmasaydı, etrafta insanoğlu için daha tehlikeli koşullar olacaktı. Bu yukarıda yazdıklarınızla çelişiyor. Mesela dünyanın en büyük Müslüman nüfusunu barındıran Endonezya’nın üç tarafı dalma batma zonlarıyla çevrilmiş. Banda Aceh’de meydana gelen 2004 depremi birçok insanın ölümüne sebep oldu. “daha şiddetli depremlerin oluşmasının önüne geçiliyor” diyorsunuz ya; işte o pek de öyle olmuyor.
Yukarıda bağlantılarını verdiğiniz internet sayfalarını hangi amaçla verdiniz? Acaba linkleri cümleninizin sonuna onları desteklemek için yazar mısınız? Yoksa yazılanları bir mantık silsilesi içinde okumak zorlaşıyor. Yine de anladığım kadarıyla en etkili depremlerin doğrultu atımlı depremler olduğunu iddia ediyorsunuz. Lütfen bana fiziksel kanıtınızı söyleyin. Bir enerji hesabı mı yaptınız?
http://www.jeofizikci.com/?p=11 İZOSTASİ: Yerkürede bir denge durumu söz konusudur. Derin deniz ve yüksek dağlık morfolojisinin oluşumuna neden olan fiziki koşulların bulunması gerekir. Yerküre üzerinde yapılan gravite ölçümlerinden gravite değerlerinin denizlerde pozitif, yüksek dağlık bölgelerde negatif olduğu saptanmıştır. Bu bilgiler yüksek dağların oluştuğu bölgelerde çekim kuvvetinin beklenenden az olduğunu gösterir. Yerküre üzerinde bir dengenin (İzostasi) varlığı söz konusudur. Yüksek dağlar altta bir kütle azalması (yoğunluk düşük), denizlerde ise kütle fazlalığı (yoğunluk fazla) ile birbirlerini dengelerler. Son yıllarda, jeolojik açıdan kıtaların kayması (Levha Tektoniği) konusu yerkürenin oluşum mekanizmasına daha mantıklı açıklamalar getirmektedir. Elde edilen veriler kabuk sismolojisi ile de desteklenmektedir.
Son derece yetersiz bir kaynak göstermişsiniz. İzostasinin olduğu yerler vardır, bunlar okyanus havzaları ve hiç olmadığı yerler vardır: örneğin termomekanik sebeplerle yükselmiş platolar ve bazı dağ sıraları (mesela Himalayalar ve Tibet platosu bunun en güzel örneği). Size tavsiyem, Anthony Watts’ın “isostasy and the flexure of the lithosphere” kitabını okumanız.
Bir de şu linkteki haritaya bakın:http://ccgm.free.fr/Gravimetrique%20Monde%20Isostatique_UK.html Bu dünya isostasi anomalisi haritası: yani izostasiden kaç standart sapma olduğunu gösteren haritalar. Bu haritada yer alan tüm mavi, kırmızı ve turuncular izostatik denge olmayan yerleri gösteriyor. Yani okyanus havzaları dışında kabuk ile mantonun gengede olduğu gerçek dışı bir iddia.
Peki. Ama sabırla cevap verdiğiniz için gerçekten teşekkür ederim. Alanım jeoloji olsaydı daha iyi bir dil kullanabilirdim. Ama yazdıklarımda yinede yanlış bir şey yok. Hepsi konunun uzmanları tarafından kullanılan sözler. (Prof. Dr. Erkan Aydar (Hacettepe Üniv. Jeoloji Mühendisliği Bölümü): Yanardağlar hep patlar. İnsanlar hassasiyet gösterdiği için gündeme geliyor. Dünya üzerinde yıl içerisinde 165-180 arası volkanik faaliyet meydana geliyor. Bu geçen yılda vardı, önceki yıllarda da, yüz yıl önce de vardı. Dünyanın iç dinamikleri ile alakalı bir durum. Beklenen ve olması gereken patlamalar bunlar. Volkanlar patlamazsa, dünya patlar. Olmazsa anormal bir durum.) Dini bir bakışınızın olup olmaması benim için önemli değil , önemli olan verdiğiniz nesnel cevaplardır. Ama sizden de direk reddedici bir cevap değilde tez-antitez bütün fikirlere bakıp daha objektif bir cevap beklerdim. Kaynaklar için saolun.
Rica ederim, mümkün olduğunca. Erkan Beyi şahsen tanırım. Sanırım ifadesinde biraz aşırıya kaçmış. Kendisinin böyle bir ima ettiğini düşünmüyorum.
Doğrultu atımlı fay
Kırılan bloklar yatay olarak hareket ederler. Bu tip kırıklarda hareket kırık düzlemi doğrultusunda olduğundan bu tip kırıklara doğrultu atımlı kırıklarda denir. En etkili depremleri oluşturur. İki çeşidi vardır. Sağ yönlü ve sol yönlüdür. Kuzey Anadolu Fayı sağ yönlü doğrultu atımlı bir kırıkdır.(http://tr.wikipedia.org/wiki/Fay)
Doğrultu atımlı faylar yeryüzünde bilinen en tehlikeli fay hatları olup katil faylar olarak bilinir. 8http://www.bandirmamanset.com/yazar-765-izmir_de_7_den_buyuk_depr.html)
(Prof. Dr. Erkan Aydar (Hacettepe Üniv. Jeoloji Mühendisliği Bölümü): Yanardağlar hep patlar. İnsanlar hassasiyet gösterdiği için gündeme geliyor. Dünya üzerinde yıl içerisinde 165-180 arası volkanik faaliyet meydana geliyor. Bu geçen yılda vardı, önceki yıllarda da, yüz yıl önce de vardı. Dünyanın iç dinamikleri ile alakalı bir durum. Beklenen ve olması gereken patlamalar bunlar. Volkanlar patlamazsa, dünya patlar. Olmazsa anormal bir durum.
Dağlar ancak ve ancak dünyanın ekvator şişkinliği kadar kütleye sahip olsaydı presesyonu azaltabilirdi. DEmiştiniz. Demekki azda olsa etkisi var.
”’Daha evvel şöyle demiştiniz: “Üçüncüsü dağlar oluşmasaydi belki belki şu an dağlık olan alanlar doğrultulu fay hatlarına sahip olacak ve çok daha büyük yıkımlar meydana gelecekti.” Yani demişsiniz ki, dağlar olmasaydı, oluşmasaydı, etrafta insanoğlu için daha tehlikeli koşullar olacaktı. Bu yukarıda yazdıklarınızla çelişiyor. Mesela dünyanın en büyük Müslüman nüfusunu barındıran Endonezya’nın üç tarafı dalma batma zonlarıyla çevrilmiş. Banda Aceh’de meydana gelen 2004 depremi birçok insanın ölümüne sebep oldu. “daha şiddetli depremlerin oluşmasının önüne geçiliyor” diyorsunuz ya; işte o pek de öyle olmuyor.”’ Demişsiniz. Peki orda aynı hareket ettrici konveksiyonel akım kuvvetinde doğrultu atımlı faylarda daha büyük bir depremin meydana gelemeyeceğini nerden biliyorsunuz? Dalma batma zonları meydana gelirken kullanılan potansiyel enerji deprem dalgalarına dönüşseydi çok daha büyük kayıpların gerçekleşmeyeceğini nerden biliyorsunuz?
Sırayla gidersek:
1- Türkçe vikipedi sayfası hiç güvenilir bir kaynak değil. Aynı makalenin İngilizce sayfasına bakarsanız şu ifadeyi göreceksiniz: “Subduction zones are a special class of thrusts that form the largest faults on Earth and give rise to the largest earthquakes.” Yani dalma-batma zonları bindirmelerin özel bir türüdür ve dünya üzerindeki en uzun fayları oluşturup, en büyük depremleri meydana getirirler. http://earthquake.usgs.gov/earthquakes/world/seismicity_maps/index.php de yer alan haritaya bakarsanız en fazla ve en büyük depremlerin Pasifik çemberindeki bindirme ve ters faylarda meydana geldiğini göreceksiniz. Bir defa daha yinelemek istiyorum, internetteki rastgele sayfalar ile argumanlarımızı destekelemek bence sadece kendimizi kandırmak olur.
2- “‘Dağlar ancak ve ancak dünyanın ekvator şişkinliği kadar kütleye sahip olsaydı presesyonu azaltabilirdi’ demiştiniz. Demekki azda olsa etkisi var.”
Etkisi ihmal edilecek kadar az.
3- “Peki orda aynı hareket ettrici konveksiyonel akım kuvvetinde doğrultu atımlı faylarda daha büyük bir depremin meydana gelemeyeceğini nerden biliyorsunuz? Dalma batma zonları meydana gelirken kullanılan potansiyel enerji deprem dalgalarına dönüşseydi çok daha büyük kayıpların gerçekleşmeyeceğini nerden biliyorsunuz?”
Bence tartışmanın odağını kaçırıyorsunuz. Siz gözlenen fenomenin bizi daha büyük felaketlerden koruyacak bir dengenin ürünü, daha büyük faydalar için ödenen ufak bir bedel olarak görüyorsunuz. Ancak modern jeofizik, dünya üzerindeki faylarda biriken gerilmelerin (stress) aşağı yukarı ne büyüklükte depremler oluşturacağını; hangi mekanizmadaki depremin nerelerde olacağını açıkça ortaya koyuyor. Özellikle GPS jeodezisi bize faylarda biriken gerinme (strain) miktarını hesaplayabilmemizi sağlıyor. Bunun da ötesinde paleosismoloji deprem bölgelerinde on binlerce yıl boyunca meydana gelen depremlerin sebep olduğu çökel sekanslarından bunların büyüklüklerini hesaplamamızı sağlıyor. Bütün bu teknolojik gelişmeler bize dünya sisteminin tıkır tıkır işlemediğini gösterirken, ortada bir “insan faydasını gözeten” durum olduğuna dair hiçbir kanıt sunmuyor.
Konveksiyon akımları ile doğrultu atımlı fayları nasıl birbirine bağladığınızı anlamadım. Aralarında ciddi bir ölçekleme farkı var enerji transferi problemi var. Potensiyel enerjiyi deprem dalgalarına dönüştürmekten kastınızı da anlamadım. Bu kavramları hangi çerçeve içinde kullandığınız biraz meçhul.
..
Öncelikle cevabın bu kadar hızlı olması çok sevindirici. Teşekkürler. Plato civarını olumsuz etkilemez , peki daha uzak çevreleri etkiler mi ? Yer yüzü tamamen doğrultu atımlı çağlardan oluşsa durum nasıl olurdu bir de
Peki bir soru sorabilir miyim ? Eğer bu levhaları hareket ettiren kuvvetler potansiyel enerjiye dönüşmeseydi. Yeryüzünde hangi şiddette depremler olurdu? Yer kabuğu bu durumdan nazil etkilenir di?
Sorunuz için teşekkür ederim. Şöyle izah etmeye çalışayım: Levhaların birbirine doğru olan hareketi ile biriktirilen potansiyel enerji eğer harcanamazsa plato civarında normal faylanmalı depremler olmaz. Fakat, levha hareketlerinin potansiyel enerji biriktirmediği durumlar da var: doğrultu atımlı faylar ve bunların yarattığı depremleri düşünün. Örneğin Kuzey Anadolu Fayı ya da San Andreas Fayı. Doğrultu atımlı depremler çok büyük depremler oluşturabilir. Bu türde kaydedilmiş en büyük deprem 11 Nisan 2012’de Kuzey Sumatra’nın Batı kesiminde meydana gelen 8.6 buyuklugundeki deprem.
Cevap için teşekkür ederim. Peki platodan daha uzak kesimler nasıl etkilenir di? Ve bir de tüm faylar doğrultu atımlı olsa ydi yeryüzü nasıl bir yer olurdu? Aydınlatirsaniz sevinirim
Rica ederim.
Depolanmış potansiyel enerjinin işe çevirememesi durumu ancak ve ancak cisimlerin sonsuz mukavemete sahip olması ya da bir gradyanın (yani yükseklik farkının) olmaması durumunda meydana gelirdi. Her ikisi de geçerli kabuller değil. Platolardan uzaklarda, mesela okyanus ortası sırtlarında, tabandan daha yüksekte yüzeye çıkan taş hamuru, bu potansiyel enerji farkı sayesinde okyanus tabanından yayılmakta ve okyanus havzalarını oluşturmaktadır. Bu sırtlarda meydana gelen şekil değiştirme çoğunlukla normal fayların etkisiyle kontrol edilir. Sırtları birbirine bağlayan süreksizlikler ise doğrultu atımlı faylardır.
Hipotetik sorunuz çok hoiuma gitti: “eğer tüm faylar doğrultu atımlı olsaydı yeryüzü nasıl bir yer olurdu.”
Tüm fayların doğrultu atımlı olabilmesi ancak ve ancak tüm dünyada tektip birbirine paralel hareketin sağlanması ile meydana gelebilirdi. Bu durumu şöyle düşünelim: Bir portakalı diskler şeklinde kestik ve ortasından bir çubuk geçirdik. Her disk birbirinden bağımsız şekilde dönüyor. Tabii şöyle bir gerçek de var, büyük doğrultu atımlı sistemler gelişimleri esnasında normal ve ters fayları oluşturmak zorundalar ki, oluşmalarına sebep olan kuvvetin yarattacağı optimum gerilme yönünde kendilerini konumlandırabilsinler.