Abdülcanbaz karakterleri sergisi, Galatasaray lisesinin önü, saat akşam üzeri yedi suları. Elimde buzul jeomorfolojisi kitabı var. Arkadaşlarımı beklerken Abdülcanbaz’ın ta kendisinin yanında yer almış, bu geç dönem Osmanlı beyefendisinin yanında kılık ve kıyafetimle tam bir tezat oluşturuyorum. İşte bu esnada tünel tarafından belirmiş ve onu farketmemi beklerken “sandaletleriniz sayesinde fark ettim, galiba serginin bir parçası değilsiniz” deyiveriyor Uğur abi. Elimdeki kitabı işaret ederek merakla soruyor “Neyin peşindesin?”. Kısaca birkaç gün sonra Doğu Karadeniz dağlarına buzul kalıntılarının incelenmesiyle Anadolu’nun geçmiş iklimi hakkında eksik parçaları yerlerine koymayı hedefleyen bir projede yer almak üzere yola çıkacağımı, gitmeden de coğrafya bilgimi tazelemeye çalıştığımı söylüyorum. Bana kendi hazırladığı küresel ısınma konulu bir makaleyi öneriyor. O da ertesi gün yani 24 Haziran’da Kırgızistan’a gidecek. Birbirimize iyi faaliyetler diliyoruz. Uğur Uluocak’ı son kez görüşüm. İki Temmuz günü akşamı günlük arazi çalışmasının akşamı pansiyonumuza döndüğümde ana haber bültenini dinlerken beynimden vurulmuşa dönüyorum “ancak öldüğümüz zaman haber oluyoruz.” Uzun bir süre ne müzik, ne yaylalar ne de dağ bir şeyler ifade ediyor benim için çünkü artık Uğur Uluocak yok.
Bir sene önce Cilo dağları ekspedisyonu sonrası Atlas dergisinde yayımlanan yazıdan bir fotoğrafı hatırlıyorum. Cafer kule ya da Reşko’nun zirvesinde yıllardan sonra gün yüzüne çıkmış bir zirve defterinin kutusunun ve defterin içinden yüzlerce ölü uğur böceği çıkmış. O fotoğrafı gördüğüm zaman anlamsız bir tedirginlik yaşadığımı hatırlıyorum… Uğur abi, kısa ömrümde tanıştığım en etkileyici ve en zarif iki insandan biriydi. Dinlediğim en sade ancak en derin anlatıları ondan dinlemiştim. Bir keresinde, yine bir dersinde, ki nefis biçimde anlatıyordu, sanki o an söylediği şeyi kötü anlattığı hissine kapılıp şöyle demişti “benim belagatim çok iyi değildir”; O tanıdığım en alçak gönüllü adamdı. Kaç kişi “K 2 – Uğur 0” gibi bir başlığı atabilecek alçak gönüllülüğe sahiptir? Ya peki kaç dağcı? Bir fotoğrafını hatırlıyorum, içi mum ışığıyla aydınlatılmış ufak bir çadırın içinde bir kitap okuyor. Çadırın boş kalan kenarlarında ise üst üste konmuş muhtelif lisanlarda yazılmış başka kitaplar. Entellektüel derinliğini her an hissettiğim Uğur okuyan, öğrenen ve öğreten bir adam. Ki ben kendisini o kadar az tanıyabildim ki… Yine de büyük bir şanstı hayatımın kısacık bir döneminde onunla çakışmak.
Bugün aramızdan ayrılışının onuncu yılı. On yıldır her dağa gidişimde onu birçok şeyde hatırlıyor ve anıyorum. Anlattıklarında, gösterdiği fotoğraflarda ve yazdıklarında. Ondan kalan kırmızı bir sırt çantasında…
Pingback: Öğütler | DağDelisi
Pingback: üç sikke, yarım ip, bir de keser (Mustafa) | DağDelisi