Mark Twight
Geçen gün webde birini Everest’e tırmanmış olduğu için kutlayan bazı mesajlara denk geldim. Tabii ki alışlageldiği üzere kahramanımız, çıkmasını sağlayan sabit hatları döşeyen, oksijen desteği sağlayan, riskleri hafifleten, malzemelerini taşımaları ve kaldığı kampları kurmaları için yerel yardımcıları ayarlayan rehberler tutmuştu.
Bir bakış açısı ile, tırmanışın bireysel bir spor olduğu ve o’nun dağa tırmanmadığı iddia edilebilir. Bir diğer eş değer bakış açısıyla ise o’nun zirvede bir takım çalışması sonucu durduğu ve dağcılığın bir takım sporu olduğu söylenebilir.
Bazı noktalarda bunun bir takım sporu olduğu fikrini, sabit hatların tırmanışın bazı türlerinde yerinin olduğunu kabul edebilirim, fakat oksijen kullanımının hiçbir yeri yoktur, hiledir, bütün diğer başarı iddialarını geçersiz kılar. Oksijen desteği kuşkusuz dopingdir, tıbbi bir gereklilik değildir, bu oksijen desteksiz yapılan pek çok 8000m.lik zirve çıkışı ile ispatlanmıştır.
Oksijen desteği neden doping olarak görülmemektedir? Bazıları bunun bir güvenlik meselesi olduğunu, irtifa hastalığı veya donuk riskini almak istemediklerini söylemektedirler. Everest’e tırmanış deneyimini yaşamak istiyor fakat zorlukları doğal yoldan göğüslemiyor veya göğüsleyemiyorlar, bu sebeple kendi performanslarını artırarak deneyimi değiştiriyorlar. Eğer oksijen birinin aksi halde yapmak istemeyeceği ya da yapamayacağı bir işi başarmasını sağlıyorsa, oksijen performans yükseltici bir ilaçtır ve bu şekilde davranılması gerekir.
Ne yazık ki, Everest’e oksijen desteği ve yedek tüpleri taşıması ve rotayı hazırlaması amaçlı bir “hizmetkâr” ile tırmanan kişinin mest olmuş, tırmanışçı olmayan bir dinleyici kitlesine söylediği bundan ibarettir. Ulaşılması için kullanılan yöntemi es geçer ve onları sonuca odaklar. Dinleyici yöntemi sorgulayamayacak kadar bihaber ise bunun görmezden gelinmesine ve kendinin olduğundan daha iyi algılanmasına yol açar.
On yılın üstünde bir süre önce ne şekilde tırmandığımıza, başarılı olup olmadığımızdan daha derin bir önem verirdim. Doğal zorluklarla teknolojik avantajları en az şekilde kullanarak tekrar ve tekrar baş etmeyi denerken “ne kadar hafif aşırı hafiftir?” sorusunu yanıtlamaya çalışırdık. Eğer bu sorunun yanıtını birinci elden öğrenmiş olsaydık bu gün bunu yazamıyor olurdum. Ama epey de yaklaştık.
Şimdi oksijen desteğini daha büyük bir sorunun parçası olarak görüyorum. İnsan türünün tarihi ve potansiyelinden haberdar olan bireyleri olarak, içten bir şekilde, sıra dışı insani performansa inanmak istiyoruz. Pek çok gerçek, az bulunur ve içten başarı, neyin yapılabilir olduğuna dair inancımıza giden yolun taşlarını döşedi. Zamanında muazzam bir işin haberini alınca ilk tepkimiz hayranlık, etkilenme ve belki kendimize vurduğumuz dizginleri biraz gevşetmek olurdu.
Şimdi işler değişti. Hile sıradanlaştı ve doping sporun en alt seviyesinde bile coştu. Farklı disiplinlere bir bakış attığımda kimsenin özel ve buna bağışık olmadığı belli: bir grup insan bir araya geldiğinde bir kısmı hile yapacak veya bu fikre açık olacak. Ne yazık ki bu bütün sporlar için geçerli ve bir noktada bir sporcu veya seyirci olarak güvensizliğimiz alışkanlık haline geliyor. Bugün çoğu büyük başarı, ardından şüpheyle bakmamıza yol açan bir iç sesi doğuruyor.
İnsanlar öz geçmişlerinde yalan söyleyip sınavlarda kopya çekerek işe girmeye çalışıyor. İşe girdiklerinde gerçekten yapıp yapamayacaklarını dert etmiyorlar. Amatör sporcular başarıları hakkında olumlu yorumlar alabilmek için yalan söylüyorlar. Bir yalanın övüldüğünü görmezden gelip övgüyü bağlamından kopartarak kabul ediyorlar. Profesyonel sporcular kazanmak veya rakiplerine karşı tutunabilmek, para ve prestij için hile yapıyorlar. Sonuçta dopingin onlara yardımı olmadığına, madalyayı, ödülü ve konumlarını hak ettiklerine kendilerini ikna ediyorlar. Böylelikle, dopingin bu denli yaygın olması, sıradışı bir performansın veya başarının ilanı karşısında tepkimizi değiştiriyor.
Üzüntü veren, şüpheci tepkimizin bizi, kendimizin ve başkalarının bizim için koymuş olduğu sınırlara hapsediyor olması. Eğer önümüze konan her büyük performansa şüphe ile yaklaşırsak bunun bizi etkileme potansiyeli neye dönüşür? Kendi potansiyelimizi açığa çıkarmak için hangi yolu kullanacağız? Bu yolda yönümüzü kim tayin edecek? Bir iki kişi tarafından yükseltilen hangi çıta onların hemen ardından gelen yüzlercesinin önünü açacak?
İşte bu hilekârların bize yaptığıdır. Bu nedenle mümkün olan her yerde onlara karşı durup maskelerini düşürmeliyiz.
Bu yazı gecen ay Cold Thistle blog’unda yayımlandı, ben de çevirerek yayımlamak için izin aldım: http://coldthistle.blogspot.com/2013/01/what-cheaters-have-done-to-us.html
Yazının ilk yayımlandığı yer ise Mark Twight’ın kendi sayfası: http://www.marktwight.com/discourse.php?id=41
Hmmmm…. Analojiler üzerinden gitmemize gerek yok. Anlatmak istediğini anlıyorum. Ancak yazında ayrı bir konuya yüksek bir vurgu var ki bunu ilginç buldum. İlk makalede üzerinde az durulan bir konuydu ve sanki bu durum beni ana konudan uzaklaştırdı. Bahsettiğiniz bu gibi adamlar “başarılarını” abartıyor, gerçekleri saklıyor ve aslında çok önemli olan ayrıntıları özellikle şöhret ve hatta belki de finansal kazanç elde etmek için bilerek paylaşmıyorlar ise çok fazla söze gerek yok. Hilekâr kibar olmuş; hiçbir şey demeyip falakaya bile yatırabilirsiniz. Oksijen tüpü kullanarak ve/veya zorluğu en düşük kulvardan giderek zirve yapılıyor ve sonunda da “Abi biz de tüp ile kolay yoldan çıktık” diyorlarsa bence bir sıkıntı yok.
Oğuz selam,
Everest’e bu şekilde oksijenli, rehberli bir organizasyonun kişi başı maliyeti 60k$ civarında. “Abi biz de tüp ile kolay yoldan çıktık” diyecek kişileri bu bilgi ışığında değerlendirmek ilginç olabilir.
Dışarıdan bakan bir göz olarak bu oksijen konusuna bazı dağcıların neden bu kadar kafayı taktığını anlayamıyorum. Eksi bilmem kaç dereceye dayanan botların, kıyafetlerin var; yetmedi (endüstri) mühendislik harikası inanılmaz hafif ama bir o kadar da işlevsel ve dayanıklılığı yüksek dağ malzemeleri ile kuşanmış durumdasın. Tıbbi Desktek uniteni veya aldığın vitaminleri hiç sorgulamıyorum bile. Hâl vaziyet böyleyken bu anti-oksijen tüpü duruşu nedir?
Yazar bu soruma “Doping” kavramı ile cevap vermiş. Ancak doping bir eşitleyici (equalizer) değildir. Herhangi bir çevresel faktörü ortadan kaldırmak için değil tamamen bireyin kendisini güçlendirmek için aldığı haksız bir yakıttır. Sporcudan “çalınan” birşey yoksa Doping yapmak Armstrong örneğinde olduğu gibi tabiki illegal bir hamle olacaktır. Sporcunun kendi kontrolü dışındaki oksijen (çalma) azalmasını kompanse etme talebi ise en temel insanı ihtiyaç olduğu için bence doping sayılamaz. Eğer en derine dalma veya en uzun süre nefesini tutma benzeri bir müsabakadan bahsediyor olsaydık yazarın bu düşüncesini paylaşması bile yersiz olacaktı. Hepimiz en uzun nefesini tutan insanın, arka cebindeki oksien tüpünü kullanarak hile yaptığını öğrenmemiz durumunda aynı tepkiyi vereceğine eminim.
Ortamdaki oksijenin sürekli azalmasının sporcu tarafından ortadan kaldırılmaya çalışılmasını son derece mantıklı buluyorum. Oksijensiz spor olmaz. En nihayetinde keyif almak için yapılan bir aktivitede “ölüm” riskini göğüslemenin rasyonel bir bakış açısı olduğunu düşünmüyor ve yazarın görüşlerini son derece abartılı buluyorum.
Bilmem atladığım bir şey var mı….
Oğuz Çavlı
Oğuz’cum,
Çok derinlere girmeden basit bir benzetmeyle izah etmeye çalışayım. Diyelim ki sen bir satranç oyuncususun ve amacın ev bilgisayarına kuruduğun “deep blue”yu yenmek. Sen normal bir çalışma ve taktik analizi yapmak için vakit harcamak istemiyorsun, bunun yerine programı kurarken, konfigurasyon dosyalarında birkaç flagle oynuyorsun. Mesela ./configure –disable-cache –use_num_proc=1 –cpu_clock_set=1Mhz. Ama normalde deep-blue 4 GHz li 16 işlmciyle çalışıyor. Ama program aynı program. Sen normalde gnu chess’i yenebiliyordun ya, bu şekliyle deep blue’yu da yenmiş oluyorsun. Sonra kendi blog sayfanda (ki binlerce takipçin var) ben deep blue’yu yendim, hem de 3/3, Kasparov’dan daha iyiyim, Karpov’da kimmiş, Alekhin görse bana tapardı falan diyorsun. İşte 8000liklerin klasik rotalarından oksijenle ve birçok Shar-pa’nın desteğiyle, önceden senin için hazırlanmış sabit hatlardan (yani yol belli, emniyet gırla) çıkıp, nasıl çıktığını hiç vurgulamadan, ben şuraya buraya çıktım, ben kıralım dersen sen hile yapıyor olursun. Sana bir örnek daha, 8000lik bir dağa oksijen tüpüyle (ve hatırı sayılır bir oksijen debisi ile) çıkmak, irtifayı aslında 6000 metreye çekiyor. Yani sen dağ ile eşitlenmiyorsun, dağı aşağıya çekiyorsun.
Teknolojinin en son ürünü malzemeleri de söyle anlatayım. Deep Blue’ya karşı oynarken omurganın şeklini alan harika bir koltukta oturup, bi yandan da Tayland’lı nedimeler tarafıdan ayak masajına tabii oluyorsun. Bunlar belki senin moral motivasyonunu artırır ancak yeterli teknik bilgi ve tecrüben yoksa yine galibiyeti sana vermezler. İlk 8000lik tırmanışlarında milletin ayağında deri ayakkabı, elinde ahşap kazma vardı. Gore-tex icat edilmemiş, teknil kazma yok, emniyet malzemeleri berbat. Ama yine de çıkıldı. Halen de çıkılır.
Umarım anlatabilmişimdir.
Hmmmm…. Analojiler üzerinden gitmemize gerek yok. Anlatmak istediğini anlıyorum. Ancak yazında ayrı bir konuya yüksek bir vurgu var ki bunu ilginç buldum. İlk makalede üzerinde az durulan bir konuydu ve sanki bu durum beni ana konudan uzaklaştırdı. Bahsettiğiniz bu gibi adamlar “başarılarını” abartıyor, gerçekleri saklıyor ve aslında çok önemli olan ayrıntıları özellikle şöhret ve hatta belki de finansal kazanç elde etmek için bilerek paylaşmıyorlar ise çok fazla söze gerek yok. Hilekâr kibar olmuş; hiçbir şey demeyip falakaya bile yatırabilirsiniz. Oksijen tüpü kullanarak ve/veya zorluğu en düşük kulvardan giderek zirve yapılıyor ve sonunda da “Abi biz de tüp ile kolay yoldan çıktık” diyorlarsa bence bir sıkıntı yok.