Benim dağcılık kahramanlarım

Benim dağcılık kahramanlarım olmamıştı hiç. İTÜ Dağcılık kulübüne girdiğim günden bu yana etrafımda dağlarla ilişkisi olan birçok insanın “abi Messner varya, beş yaşında…”, “Mark Twight olum bu! Heah!” gibi lafları bende hiçbir olumlu duygu uyandırmazdı; hatta gıcık olurdum. Tıpkı “Abi Messi lan, onyüz milyarlık oyuncu la!” muhabbeti gibi gelirdi. Modernleşen dünyanın, dağcılık gibi son derece kişisel ve pratikte ufacık bir grubu ilgilendiren eylemlerini, sayılarla ifade etmeye meyilli ve metalaştırıcı zihniyetinin arkadaşlarıma da sirayet ettiğini hisseder ve ekstrem dağcılık dendi mi tüylerim diken diken olurdu. Ama sanki bundan fazlası da vardı. Yıllar önce Nanga Parbat’ın ana kampında, Rupal yüzünde yeni bir rota açarak inanılmaz zor bir iş yapmış ve ancak geriye dönebilmiş Steve House ve Vince Anderson ile tanışmış ve hatta daha sonra haklarında birçok şey okumuş olmama rağmen onlar da benim dağcılık kahramanlarım olamamıştı.

Bizim şehirde bir kitapçı var, genelde ilgilendiğim şeyler satmıyor ama yine de her seferinde gidip bazı rafları hızlıca gözden geçiriyorum. Geçen yaz yine doktora çalışmalarımın akşamları beni bir satır okuyunca uyku ilacı etkisine soktuğu dönemde belki National Geographic’in yeni sayısı ilginç olabilir diyerek kitapçıya girdim. Gayri ihtiyari doğa sporları bölümüne götürdü ayaklarım beni. Fallen Giants adlı bir kitap dikkatimi çekti. Kitabın alt başlığı ise A History of Himalayan Mountaineering from the Age of Empire to the Age of Extremes yani İmparatorluk döneminden ekstremlerin çağına Himalaya dağcılık tarihi. İTÜDAK’ta Ahmet Köksal’dan dinlediğim ilk dağcılık tarihi dersinden beri büyük bir ilgim vardı zaten. Hatta İTÜ kütüphanesinde Walt Unsworth’un Hold the Heights: The Foundations of Mountaineering (Yükseklere tutunmak: Dağcılın temelleri) adlı kitabını ilk gördüğümde bu kitabı kütüphaneye isteten şahsa fazlasıyla Tibet hayır duası okumuşumdur.

Malesef dağcılık tarihine ait olan kitaplar genelde o tarihi yazan insanlar tarafından ele alınmış ve çoğunlukla dağcılık tarihini tırmanılan zirvelerin kronolojisi olarak görmüşlerdir. Oysa dağcılık ve tarihi, dönemin sosyal, ekonomik ve siyasi konjonktürünü yansıttığı gibi farklı coğrafyalarda farklı aşamalarda gelinen aşamaları incelemek açısından önemli belgeler içerir. Fallen Giants iki tarihçi tarafından yazılmış ve Yale Universitesi yayınlarından basılmış. Kitap Himalaya dağcılığı tarihi ana teması üzerinden hem dönemin devingen tarihçesini, keşifler ve ekspedisyonları, tartışmalar ve tırmanışları motive eden sebepleri, hem de değişen etik değerleri ve ticarileşmeyi mükemmel bir şekilde ele alıyor. Sadece kitabın kaynakçası ve dipnotları bile kendi başına yeterli.

Dediğim gibi bir günün sonunda iki kelimede yığılan ben, kitaptan kendimi alamaz hale geldim ve çok kısa sürede bitirdim. Bu kitabı okurken ise kendi dağcılık kahramanlarımı keşfettim! Ve bu yüzden çok da mutluyum. Adlarını da vereyim Eric Shipton ve Bill Tilman. Hem kendi minimalist tırmanış tarzları hem de doğayı ve gittikleri bölgelerde yaşayan halkı en az etkileyecek biçimde özetlenecek davranışarı bile gerçekleştirdikleri inanılmaz tırmanışları geride bırakacak denli etkileyici gelmişti bana. Keşfetme duygusunu ise bir zirveyi fethetmekten çok daha geniş bir çerçeve de algılamalarını büyük bir takdir ile okudum.

Everest’e neden tırmanıyorsunuz diye soran gazeteciye “Çünkü o orada” cevabını veren George Malory’nin neden bu cevabı verdiğini ise Mallory’nin kişiliğini okudukça daha da iyi anladım kitap sayesinde. Dağcılık ve dağcılık tarihine meraklı herkese şiddetle tavsiye ederim.

Advertisement

6 thoughts on “Benim dağcılık kahramanlarım

  1. Pingback: Eric Shipton (1907 – 1977) | DağDelisi

  2. Pingback: Alexander Mitchell Kellas: yüksek irtifa dağcılığının öncülerinden biri, belki de ilki… | DağDelisi

  3. kitabın krokilerini hazırlayan dee molenaar da bahsettiğim k2 henüz çıkılmamışkenki denemelerden birinde yüksek kampta suluboya resim yaptığı için ekip arkadaşlarının boyalı suyu içirdiği adam.. kaynak ed viesturs-K2: Life and Death on the World’s Most Dangerous Mountain 🙂

    • Ayni zamanda Dee Molenaar bahsi gecen K2 ekspedisyonunda yaptigi sulu boya resim ile dunyanin en yuksek irtafada calismasini tamamlamis sulu boya ressami olarak da tarihe gecmistir. Alpinist 2012 kis sayisinda yaptigi calismanin bir kopyasi var ve kendisiyle cok guzel bir roportaj da yapmayi ihmal etmemisler. Molenaar kendi anilarini da yazmistir bu arada.

  4. kitabın krokilerini hazırlayan dee molenaar da bahsettiğim k2 henüz çıkılmamışkenki denemelerden birinde yüksek kampta suluboya resim yaptığı için ekip arkadaşlarının boyalı suyu içirdiği adam.. kaynak ed viesturs-K2: Life and Death on the World’s Most Dangerous Mountain 🙂

  5. Bu yazıyı yazdığımın hemen ertesi günü Alpinist’in kış sayısı da posta kutuma düştü. Editör’ün yazısını açmamla yaşadığım şaşkınlığı anlatamam! Hemen aktarayım:
    Every time I start an expedition, I felt that I am getting back to a way of living which is now lost…. I think of the leisurely days of a few hundred years ago, before life was so mad a rush, before the countryside was spoiled by droves of people, and beauty itself explotied as a commercial proposition…. We have become so accustomed to having everyday life made easy for us, that out energies are not absorbed in the art of living, but run riot ina craving for sensation. Individualily is swamped in the mass emotions of hurrying mobs of people whose thoughts are dragooned by the ready-made ideas of shallow press articles… ([Eric Shipton], Blank on the Map)” – Kennedy, M. (2012), Alpinist, 37:p8.

Yorumunuzu buraya bırakın

Please log in using one of these methods to post your comment:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Twitter picture

You are commenting using your Twitter account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s